Bir hafta önceki yazımdan yine bir bölümü buraya taşımamın iyi olacağını düşündüm.
Geçtiğimiz pazartesiden beri “normalleşme” dediğimiz pandemi sürecine gireli bir hafta oldu. Daha şimdiden ekranlara yansıyan bilgilere göre bu kısa sürede vaka sayılarında az da olsa bir artışın olduğu yüksek sesle dillendiriliyor.
Sağlık Bakanımız, hafta sonu İstanbul’da görülen yoğun kalabalıkların, alınması gereken önlemlerden uzak, tam serbestlik görüntülerini sergilemesinden ve özellikle de maskesizliğin iyice yayılmasından oldukça rahatsızlık hissettiğini dile getirdi.
Bir hafta önceki yazımdan yine bir bölümü buraya taşımamın iyi olacağını düşündüm.
Geçtiğimi haftaki yazımda şöyle demiştim;
“Benim doğum günüm olan bir haziran bu süreçte çok önemli kararların alındığı, “normalleşme”ye adım atıldığı tarih. Neredeyse her şey serbest ama, mutlaka uygulanması gereken önlemlerden asla taviz yok, olmaması da gerekli. Ama gel de bu normalleşme sözcüğünü oldukça yanlış anlayanlara anlat”.
“Bakalım, göreceğiz neler olacak. Umarım salgın ortamlarında olumsuzluğa doğru geri adım atmış olmayız. Biraz normalleşme belirtilerine ben de inanıyordum ama, sokaklarda görebildiklerimden, ekranlara yansıyanlardan pek de öyle normalleşme görüntüleri çıkaramıyorum”.
Pazarlar, ana caddeler, benzeri birçok yerler giderek kalabalıklaşmaya başladı bile.
Normalleşmenin ne kadar geçerli olduğunu yaşayınca göreceğiz!
Ve bu yazıyı yazdığım hafta sonu daha bir hafta geçmeden yaşananlardan, artan endişeler kulaklarımıza gelmeye başladı bile. “Normal dönem” konusunu biraz yanlış anladık gibi görünüyor.
Bir haftalık bu hızlı ve kontrolsüz açılmanın ne sonuçlar doğuracağını, koronaviriüs ile mücadele için alınan önlemlerin ne derece zaafa uğrayacağını önümüzdeki hafta sonuna doğru çok daha net görebileceğiz. Şu çok net görünüyor ki. Normalleşmenin ilk haftasında İstanbul’un birçok yerinde kameralara yansıyan görüntüler oldukça endişe verici.
Söz konusu olan normalleşme adımının bu kadar da abartılı normalleşmeyi kaldırıp kaldıramayacağıdır. Başta Sağlık Bakanımız olmak üzere Sağlık Kurulu’ndaki bazı uzmanlarca da doğru bulunmuyor. En endişe verici olanın ise, en çok dikkat edilmesi gereken önlemlerden biri olan maskesiz sokağa çıkmama ve yakın temas önlemlerinde sergilenen aşırı umursamazlık görüntülerdir.
Çok kısa sürede “normalleşme” konusunda gösterdiğimiz bu abartılı serbestlik, salgın hala capcanlı olarak ortalıktayken, umarım bu umursamazlık başımıza büyük dertler açmaz.
İstanbul’dan yansıyan son görüntüler, bu endişeleri daha da netleştirmiş durumda. Hele hele, bu süreçte vaka sayısında yukarı doğru bir kıpırdanma oldu söylentilerinin yoğunlaşmaya başlaması bir sürecin dikkatlice analiz edilmesini gerektiriyor.
Umarım bu konu daha dikkatle takip edilir.
Yazımı tamamladıktan sonra hazırlandım, oldukça cafcaflı maskemi de taktıktan sonra dışarı çıktım, mahalle arasında yavaş yavaş dolaşmaya başladım. Sokaklar çok kalabalık değildi. Aynen bizim gibi 65 yaş üstüler de dahil hemen hemen tamamına yakını, yanlarında refakatçıları ile birlikte sokaktaydılar. Pazar olduğu için doğal, her yer kapalıydı. Aylardır sadece bir gün sokağa çıkıp ortalıkta dolaşan bizler pek de iyi bir görüntü vermiyorduk. Hala tam özgürlüğe alışamamış gibi şaşkınlığımızın, yalnızlığımızın etkisindeydik. Allah’tan mahallede sokaklar biraz kalabalıklaşmaya başladı da kendimizi yalnız hissetmedik.
Geride bugünden ne kalacak bilemedim ama, hala kendimi pek de rahat hissedemiyorum.
BİR TUTAM TEBESSÜM
MİYAV DEDİK YA!
İki deli, akıl hastanesinden kaçmaya karar vermişler.
Gece vakti hızlı bir şekilde duvardan atlayarak boşluktaki tarlaya çıkmışlar.
Tellerin arasından sürünerek ilerlerken bir bekçi bunların hışırtısını duymuş.
Hemen bağırmış:
- “Kim var orada?”
Delilerden biri hemen:
- “Miyaw, miyaww diye seslenmiş”.
Hışırtıyı kedinin çıkardığını zanneden bekçi, tam geri dönecekken, deliler yine
sürünmeye başlamışlar ve yine bir “hışırtılar” başlamış.
Bekçi hemen dönmüş ve bağırmış:
- “Kim var orada?
İyice sinirlenen deli:
- “Miyaw dedik ya len” demiş.