Öncelikle belirtmek isteriz ki basit düzeydeki bir toplumsal kuralı ihlal eden bireyin ruhsal bir sorunu olduğu kanaatine hemen ulaşmak doğru olmaz.
Pandemi nedeniyle maske takmak, kırmızı ışıkta durmak, kuyruktaki hakkına razı olmak, çevreye duyarlı olmak, varlığa saygı duymak… Günümüz insanı, toplumsal kurallara uymada giderek zorlanıyor mu acaba? Prof. Dr. Arif Verimli hoca ile birlikte konuk olduğumuz Habertürk’te moderatör dostumuz Mehmet Akif Ersoy’un konuyla ilgili sorularını yanıtlamaya çalıştık.
İnsanın bireysel ve toplumsal hayatını düzenleyen kurallar, insanlık tarihi kadar eski ve insanlığın ortak birikimidir. Zira insan varsa kural da vardır. Çünkü biz toplumsal bir varlığız ve birlikte yaşamanın gerektirdiği davranış kuralları söz konusudur. Sosyal bir canlı olarak başkasıyla birlikte yaşama ihtiyacımız, beraberinde belirli sınırlamaları da getiriyor. Bireyler özgürdür ama başkasının özgürlüğünü kısıtlamamak şartıyla.
Acaba bireyin algıladığı özgürlük alanı mı değişiyor? Yahut toplumsal kuralların caydırıcılığı mı zayıflıyor? Belki de bilerek ya da bilmeyerek diğerini ötekileştirme çabası, bireylerin başkasına olan duyarlılığını azaltıyor. O halde insanın ötekine duyarsızlığının özünde yer alan duygu nedir? Bundan da daha önemli soru; hızla artan ve derinleşen kural ihlalleri, psikolojik bir sorun mudur?
Öncelikle belirtmek isteriz ki basit düzeydeki bir toplumsal kuralı ihlal eden bireyin ruhsal bir sorunu olduğu kanaatine hemen ulaşmak doğru olmaz. Dolayısıyla herhangi bir toplumsal kurala uymayan örneğin maske takmayan kişinin, anti sosyal kişilik yahut narsist kişilik bozukluğu belirtilerinden söz edebiliriz ancak bu teşhisleri koymamız için başka verilere de ihtiyaç olacaktır. Zira kural ihlali, basit sorumsuzluk davranışından ileri düzeyde narsisizme kadar bir seyir gösterebilmektedir.
SORUMSUZLUKTAN NARSİSİZME
Kuyrukta beklemeyen kişi, sorumsuz bir davranış göstermiştir. Kendini öne çıkararak bu davranışı ilerletmek, egonun gelişmesini ve ben merkezli bir yaşamı getirir. Bir sonraki aşamada kurala uymama davranışı, belli konularda kronik hal alır ve alışkanlığa dönüşürse bu durum, bireyin anti sosyal bir davranış düzleminde olduğunu gösterir. Bu durumdaki kişi; kuyrukta bekleme, kırmızı ışıkta durma, hız sınırına uyma gibi belirli toplumsal kurallara uymamayı bilerek tercih eder.
Toplumsal kuralların hemen tamamına uymama, daha da ileriye giderek kuralları reddetme, uyum ve davranış bozukluğu düzeyidir. Bu durumda birey, aile, iş ortamı ve topluma uyum konusunda ciddi sorunlar yaşar.
Kurala uymama konusundaki son aşama bireyin, kendisini diğerlerinden farklı, üstün, gelişmiş görmesi, kendini aşırı düzeyde önemsemesidir. Kendisine adeta tapacak düzeyde âşık olan ve başkalarını görmeyecek kadar ileri giden kişi, narsisizm girdabına yakalanmıştır. Antik Yunan mitolojisine göre sudaki aksine âşık olan Narsisius’un kendini yakalamak için suya atlayarak boğulmasından gelen narsisizm, tedavi gerektiren patolojik bir durumdur.
Basit düzeydeki sorumsuzluktan narsisizme uzayan davranış zincirinin oluşmasında kuşkusuz genetik mirasımızın, kendimize has temel kişilik özelliklerimizin, özellikle ilk çocukluk yıllarındaki aile içi iletişimimizin, öğrenme ortamımızın, yakın çevre deneyimlerimizin ciddi bir etkisi vardır.
İÇ-DIŞ MOTİVASYON
İnsan ya dış ya da iç motivasyonunun etkisiyle kurala uyma davranışı gösterir. Zira biz ya bilerek, isteyerek, kurala inandığımız, başkasını gerçekten önemsediğimiz yani kendi iç arzumuz ile kurala uyarız. Ya da bizim dışımızdan gelecek cezadan kurtulmak veya ödül almak için kurala uyarız. Kalıcı ve sürdürülebilir olanı, iç motivasyonumuzun, irademizin, başkasına saygımızın ve gelişmiş vicdanımızın sonucu olan kurala uyum biçimidir. Diğer bir ifadeyle içimizdeki polisin güçlü olması, toplumsal kurallara uyumu daha güçlü tutacaktır. İçimizdeki polis gücünü, bilimsel bakış açımızdan, insani olgunluğumuzdan, inanç değerlerimizden ve mana derinliğimizden almalıdır.
Bilginin yanında gereksiz ileti ve malumatın çığ gibi arttığı günümüz dijital çağında bireyin, kurala uyumunda dışarıdan sağlanan ceza ve ödül seçeneklerinin giderek arttığı bir gerçektir. Buna karşılık bireyin kendi arzusu ve iradesiyle toplumsal kaidelere uyum davranışının giderek zayıfladığına da şahit oluyoruz.
Bu durum; İbn-i Haldun’un, mana değerlerinin zayıfladığı ve maddi değerlerin güçlendiği Toplumsal Asabiye Teorisinde dile getirdiği tablodur. Evet, bireyin ruh ve gönül gücünün uzantısı olan mana değerlerinin zayıflaması, buna karşılık içgüdüsel maddi isteklerinin kölesi olması kişiyi, toplumdan ve toplumsal kurallardan uzaklaştırmaktadır.
Yeniden şekillenen dünyamızda yerel değerlere duyarlılığımızı yitirmeden evrensel değerlerin peşinde olmak, toplumun bir ferdi olarak üzerimize düşen sorumlulukların bilincine yeniden varmak zorundayız. Böylece adeta işgal altındaki bir canlı olarak yeniden hayatımızın anlamına odaklanarak insan olduğumuzu unutmamamız mümkün olacaktır.