Güven ortamında yetişen çocuğun ruh sağlığı genellikle yerinde olur.
Afet ve krizler, toplumsal güvenin test olduğu ortamlardır. Bireyi ve toplumu hayata bağlayan en önemli köprü güven duygusudur. Sevginin, saygının, ortak değerlerin belirleyici olduğu karşılıklı güven duygusu üzerine inşa edilen hayatta her şey yerli yerindedir. Ön yargının, şüphenin, gelecek kaygısının belirleyici olduğu güvensizlik duygusu ise yalnızlığın, bencilliğin, kuralsızlığın, kaosun yerleşmesine neden olur.
Güven ortamında yetişen çocuğun ruh sağlığı genellikle yerinde olur. Bencilliğe kaymadığı sürece kendine güvenen birey, iç dünyasıyla barışıktır, mutludur, başarılıdır. Ailenin gücü, eşler ve aile üyeleri arasındaki güvenin gücüne bağlıdır. Varlık mücadelesinde toplumu bir ve bütün tutan da ortak geçmiş, temel değerler ve bütün bunları temsil eden sosyal devletin sağladığı güven ortamıdır. Bazen içten gelen tek bir “evet”, hayat boyu süren bir güvenin, bazen sayfalar dolusu bir sözleşmenin kuralları güvensizliğin sesi olur.
Bireyin kendisi ve dünya ile kurduğu temasın biçimini, yönünü ve derinliğini belirleyen kapsamlı bir duygusal süreç olan güven, bireyler arası ilişkilerden, iş hayatına, ekonomiye, siyasete ve toplumlararası ilişkilere kadar belirleyicidir. Bunun içindir ki toplumda güven duygusunun nasıl inşa edileceği çağlar boyunca felsefeden antropolojiye, sosyolojiden psikolojiye, siyasetten ekonomiye, sağlıktan eğitime kadar araştırma konusu olmuştur.
Bebek, kendisini dünyaya getiren annesine güven duygusuyla bağlıdır ve bütün etkileşimlerinde onunla olmaktan memnundur. Zamanla güven duygusu diğer insanları da kapsayacak şekilde genişler. Bağ kurma ihtiyacıyla sosyal bir varlık olan insan, toplumsal hayatta iş birliği, dayanışma, sosyal güvenlik gibi ihtiyaçlarını, toplumsal güvenle karşılamak ister.
GÜVENİN KAYNAĞI ORTAK DEĞERLER
Birey, bir yandan temel özgürlük alanının kısıtlanmasını istemez diğer yandan aile ve toplumun yakın ilgisini ve korumasını ister. Karşıt gibi duran bu iki ihtiyaç da insana hastır. İnsanın kişisel yaşam kültürüyle yaşadığı toplumun sosyal kültürü yakın ve uyumlu olduğu oranda bu karşıtlık birbirini destekler ve güven duygusunun derinleşmesini sağlar. Aksi ise güvensizlik ve yabancılaşmaya neden olur.
Araştırmalar(1), ilk insan topluluklarından bu yana karşılıklılık ve güvenin önemsendiğini ve bunun iş birliği, iş bölümü, ortak inanç değerlerinden hareketle inşa edilmeye çalışıldığını göstermiştir. Modern toplum arayışı, ileri demokrasi, bireysel yaşam, kapitalizm, sanal yaşam alışkanlıkları gibi eğilimler, bireyin doğal yaşamdan uzaklaşmasına aile, kurum ve toplumun sağladığı güven ortamının zedelenmesine neden olmuştur.
Diğer bir araştırmada(2), toplumsal güvenin oluşmasını engelleyen temel unsurlar; belirsizlik, korku, cahillik, gerçek dışı bilgiler, bilgisizlik, bilgiye ulaşamama şeklinde sayılmıştır. Aynı çalışmada güven duygusunun esas kaynağının, bireylerin temel kültür değerleriyle inançlarındaki samimiyet (iman) gücüne bağlı olduğu vurgulanmıştır.
Şu hâlde güvensizliğe yol açan etkenlerin önlenmesi ve temel güven duygusunun oluşması için ortak değerlerin güçlü tutulması şarttır. Zira bireyin içinde bulunduğu aile, kurum ve toplum arasındaki sosyal bağların gücü; karşılıklı etkileşim ve bu süreci belirleyen temel kültür ve inanç değerlerinin gücüyle doğrudan ilişkilidir.
TOPLUMSAL GÜVEN AFETİ
Selamlaşma, gülümseme, hediyeleşme, merhamet gibi inanç odaklı alışkanlıklarımızın önemi, temel güven duygusunun gelişmesini sağlayan davranışlar olmasındandır. Böylece sadece “ben”e odaklanan davranış alışkanlıklarından kurtulup “biz” değerlerine yönelmek özellikle krizlerde toplumsal güvenin anahtarı olacaktır. Yani toplumsal güvenin tesisinde maddi ihtiyaçların karşılanması yetmez, mana ihtiyaçlarının karşılanması gerekir.
Hayatın olağan akışını değiştiren gelişmeler, özellikle siyaset, ekonomi, sağlık gibi alanlarda yaşanan krizler yangın, sel, deprem gibi afetler, birey ve toplum düzeyindeki güveni sarsan başlıca ortamlara dönüşebilmektedir.
Toplumsal afet yahut krizin büyüklüğü, yaşanacak travmanın ve oluşacak güven bunalımının şiddetini de belirler. Bunun için güvensizlikle baş etmek için çok geniş boyutlu ve yaygın bir toplumsal mücadelenin verilmesi gerekir. Karşılıklı güvenin geliştiği toplumlarda krizlerin daha rahat aşılması bundandır.
Dünyayı etkileyen pandemi ile mücadelede devletimizin çalışmaları takdir görmüştür. 6 Şubat 2023 günü ülkemizde meydana gelen, ulusça yara aldığımız ve hızımızın kesildiği yüzyılın depremi için de aynı duruşu göstermemiz şarttır. Afetten en iyi dersleri çıkararak krizi fırsata çevirmek zorundayız. Aksi halde yaşanan doğal afetler, beraberinde toplumsal güven afetine de yol açar.
Deprem süreci ve sonrasında Devletimizin millet ile el ele verdiği mücadele, bu krizden de büyüyerek çıkacağımızın göstergesidir. Güçlü kök değerleri olan toplumumuzun, bu derin krizden de ahlak, adalet, dayanışma, doğruluk, sadakat, kurallı bir yaşam gibi alanlardan güçlenerek çıkması ve toplumsal güvensizliğe geçit vermemesi elimizdedir.
(1)Erhan Tecim (2012), Toplumsal Güvenin Temelleri: Antropolojik Bir Yapılandırma (The Basis of Social Trust: An Anthropological Explanation), Ekev Akademi Dergisi Yıl: 16 Sayı: 51 (Bahar 2012)
(2)Ömer Müftüoğlu (2005), Güven Ortamının Bir Toplum İçin Önemi ve Bunu Engelleyen Faktörler, Selcuk University Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2