Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Kapalı
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
00:00:00
Sahur vaktine kalan
İSTANBUL
00:00:00
Sahur vaktine kalan
Ara

Yeni Suriye’ye doğru: Şam-SDG Anlaşması ve Geçici Anayasa Bildirgesi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Cepheler sıcak, özellikle Ukrayna cephesi ama Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşandı, dolayısıyla bugün odağımıza Suriye’yi alıp bölgedeki atmosfere şöyle bir bakalım. Elbette en önemli gelişme Suriye Şam Yönetimi ile SDG arasında imzalanan 8 maddelik anlaşma idi. Bu anlaşma, SDG’nin özerlik ya da bağımsızlıkla ilgili taleplerinden vaz geçerek Suriye devletine Kürtlerin entegre olmasının kabul edilmesi demek oluyor- ki kendi başına çok önemliydi. Çünkü ABD veya İsrail veya yarın öbür gün hevese kapılacak herhangi bir aktörün SDG bölücülüğünü kullanarak Suriye’de bağımsız bir devlet kurma hayallerinin de önüne geçildiği görülüyordu. Sonrasında anlaşmanın ABD’nin arabuluculuğu ile kotarıldığıyla ilgili haberler çıktı. Şaşırtıcı değil zira PYD, ABD’nin vekil aktörü olarak sahadaydı ve ABD’nin en azından zimmi izni olmadan kendi başına Şam’la anlaşması çok zordu. Çıkan haberler de bu hissiyatımızı doğruluyor, Washington’un sürece rıza gösterdiğine işaret ediyordu. Bu çok daha önemli. 

Zira, ABD’nin Trump yönetimi altında Gazze politikası dahilinde tamamen İsrail yanlısı bir politika benimsemekle birlikte, bölgede daha geniş bir denge arayışı içinde olduğunu da bize gösteriyor. Hem Washington’un zihninde mesele sadece Ortadoğu dengeleri de olmayabilir, Avrupa’daki dengeleri de beraberinde düşünüyor olabilir küresel bir güç olarak. Sonra, Suriye’de Şam yönetimi geçici anayasa bildirgesini ilan etti. Bu bildirge Suriye’nin coğrafi ve siyasi birliğine dayanıyor; tüm vatandaşların, ırk, dil, cinsiyet ve soy farkı gözetilmeden eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu vurguluyor ve Suriye’nin coğrafi ve siyasi herhangi bir parçasından vazgeçilmeyeceğini yineliyor. Üniter, merkezi ve kapsayıcı bir devlet inşa sürecini işaret eden bildirgenin SDG ile yapılan anlaşmadan sonra açıklanması tesadüf olmamalı -ve bölünmezliğe vurgu Şam-SDG anlaşmasının sekiz maddesinin ifade ettiği ruha uygun, sonraki açıklamalar ve tartışmaları kenara itiyor, Suriye’nin geleceğinde bir bölünme ve özerkliğin düşünülmediğinin altını çiziyor. Bu yeni bir Suriye demek ve bu yeni Suriye Türkiye’nin hayalindeki Suriye’ye çok yakın. Bizi bu noktaya hangi gelişmelerin getirdiğini düşünmemiz gerek. 

ABD, anlaşmaya neden yeşil ışık yaktı?

 İlk bakılması gereken, tabi ABD’nin konumu. Trump yönetiminin yeni bir Ortadoğu şekillendirmek istediğini görüyoruz. Gazze planını açıklamadan önce (-ki Gazze’yi bir Trumpistan’a dönüştürme fikri Trump’ın Ortadoğu dengeleriyle ilgili diğer hamleleri ile şimdilik uyumlu değil-) Trump yönetiminin Ortadoğu’da ABD’nin müdahalesine gerek kalmayacak ama ABD çıkarlarını da tehdit etmeyecek bir bölgesel denge arayışında olduğunu düşünüyorduk. Bu Trump’ın ilk yönetiminden miras ABD kuvvetlerini Suriye’den çekme eğilimine de uygundu. Şu unutulmamalı, ABD, pek çok bölgeyi şekillendirmek için Trump döneminde iddialı ve saldırgan bir politikaya sadece yapabildiği için girişmedi. “Yapabildiği için yapıyor” söylemi ABD gücünün adeta aynada yansımasına bakmak demek. ABD’li bir akademisyen olsaydım, sabah akşam ABD’nin gücünü ölçüp aynaya “ayna ayna söyle bana en güçlü kim bu dünyada diye sorar”, aynı perspektiften hep aynı cevabı alırdım: ABD. Gücü yettiği için isterse dünyanın yarısının adını Trumpistan olarak değiştirir. Bunun bir kısmı doğru (ABD gerçekten güçlü bir aktör) bir perspektif yanılsaması olduğunu düşünüyorum. ABD, sadece yapabildiği imajını vermek istediği için bölgeleri yeniden şekillendirmeye girişmedi, aynı zamanda güç kullanma maliyeti, gücün etkiye dönüşme maliyetini azaltmak istiyor. Kendisinin bir rekabet içinde belli bir üstünlük alanı içinde olduğunu ve ancak maliyetleri /riskleri kontrol ederek bu üstünlük alanını koruyabileceğini düşünüyor. Türkiye’nin PKK karşıtı tutumu nedeniyle Suriye, Türkiye ile ilişkilerin bozulacağı ya da İsrail-Türkiye karşılaşmasının yaşanabileceği gereksiz bir risk alanıydı. PYD’nin en önemli işlevlerinden biri İran milislerini dengelemekti ve Suriye devriminden sonra bu dengelemeye gerek kalmadı. Geçtiğimiz günlerde Lazkiye’de yaşanan hadiseler gelecekte bir dengelemeye ihtiyaç duyulacaksa bunun Şam rejimine verilecek destek üzerinden olması gerektiği konusunda ABD’yi ikna etmiş görünüyor. En azından Suriye’de iç savaş koşullarına geri dönüş ya da Ankara-Tel Aviv kapışmasını göze almamış görünüyor. Bu arada Şam-SDG anlaşması yapıldığı koşullar düşünüldüğünde ve maddeleri özelinde Ankara karşıtı bir anlaşma değil ama rahatlıkla Tahran karşıtı bir anlaşma olarak yorumlanabilir. Pentagon’un PYD varlığı için uzun süredir kullandığı bir mazeretin de DAEŞ ile mücadele olduğunu hatırlıyoruz. Yani sanki PYD, İran milislerini dengelemek için değil de Suriye’de DAEŞ ile mücadele için destekleniyor algısı oluşturmak Obama- Biden yönetimleri gibi İran stratejisini angajman ve anlaşmaya dayandıran Demokrat Parti iktidarları için önemliydi. Trump’ın ilk ve ikinci dönemindeki İran politikası yumuşak bir angajmana dayanmadığından Suriye’de Türkiye açısından Trump yönetimini PYD konusunda ikna etmek her zaman mümkündü. 

Türkiye’nin dengeyi tutuşu önemli

 Stratejik açıdan Trump’ın dengeleme gücüne, bu güç içeresindeki askeri ve istihbarat kapasitelerine itibar ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’yi Ortadoğu dengelerinde gözden çıkartmadığı ve Suriye’de İsrail merkezli bir bölünme yerine Ankara merkezli bir Şam toparlanmasını tercih ettiği görülüyor. Avrupalıların da destek verdiği bir toparlanma süreci bu. Şara’nın Suriye Bağışçılar Konferansına davet edilmesi Avrupa yönelimini göstermesi bakımından önemli. Bu noktada Trump, her aşamada kavga edip, hakarete boğduğu Avrupalı liderlerle sürtüşmemeyi tercih etmiş görünüyor. ABD’nin yeni yönetiminin temel amacı (bazı gereksiz çıkışlardan, Oval Ofis tiyatrolarından hoşlanıyor gözükse de) maliyetleri kontrol etmek. Suriye’de etnik-mezhepsel alanda çıkacak bir kaos hem coğrafi yakınlığı hem diaspora varlığı hem de memnuniyetsiz Avrupalıların her şeyi ideolojileştirme eğilimleri nedeniyle Avrupa güvenliğini doğrudan etkilerdi. Avrupa-Türkiye ilişkilerini de etkileyebilirdi ki şu anda Ankara’nın Avrupa güvenlik mimarisi içerisinde çapalanma isteği hem Avrupa hem NATO hem de ABD’nin çıkarına. Pentagon’daki müesses nizam yenildi, yenilmedi tartışmasının çok ötesinde Pentagon’un önünde düşünmesi gereken böyle bir mevzu açıldı. Ayrıca Ankara, geçen sürede DAEŞ’le mücadele konusunda bölgesel bir koalisyon oluşturma gücü olduğunu gösterdi. Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Irak’ın Suriye’de birliği, merkezi hükümete entegrasyonu destekleyen ve Lazkiye’deki olaylar gibi provokasyonları kınayan kararların eşliğinde DAEŞ ile mücadele konusunda bir gönüllüler koalisyonu oluşturmaya yaklaşmaları çok önemli bir gelişme. Ankara, önemli komşu Arap devletlerini- ki bu devletlerden özellikle Irak ve Lübnan İran destekli direniş ekseninin de sahası olarak biliniyordu- DAEŞ ile mücadele ve merkezi Suriye’nin desteklenmesine çekebilecek gerçek bir dengeleyici aktör olduğunu gösterdi. Bu duruş ABD’yi -şimdilik- Suriye’de İsrail merkezli bir bölünmeyi desteklemekten ziyade Türkiye’nin çıkarına bir gelişmeyi desteklemeye itmiş görünüyor. 

İran meselesi önemli ve kızışıyor 

ABD’nin İran politikası tam netleşmiş değil ama işaretler, basına yansıyanlar ya da bilinçli olarak yansıtılanlar hiç de yumuşak mesajlar taşımıyor. Trump’ın BAE aracılığıyla Tahran’a ilettiği mektupta ne yazdığını bilmiyoruz ama BAE kaynaklı haberler doğrudan İran’a yönelik saldırı ile İran’ın tehdit edildiğini söylüyor. Cumartesiyi pazar gününe bağlayan gece ABD, Hutsilere yönelik kapsamlı bir hava saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırının doğrudan İran’a yönelik öncü bir uyarı niteliğinde olduğunu söyleyen uzmanlar var. Kısaca, İran’ın sıkışık halinin daha da sıkışık hale geldiğini söyleyebiliriz. Tahran uygun koşullar oluşsa ABD ile anlaşmak isteyecektir. Tam net bilemesek de Trump’ın mektubunda çok uygun koşullar olmamalı ki atmosfer çok gergin bir hal aldı ve İran, Rusya ve Çin ile ciddi bir donanma tatbikatı gerçekleştirerek yalnız olmadığını gösterdi. Moskova ve Beijing de İran’ın yalnız olmadığını gösteren açıklamalar da bulundular. Dolayısıyla Tahran’ın Trump yönetiminden ciddi bir tehdit algıladığını düşünebiliriz. Netanyahu yönetimi zaten bu gidişatın aracı olmaya dünden razı. Bu tür bir saldırı işe yarar mı yaramaz mı ayrı bir tartışma konusu, ama şu uzun bir süredir söylenedurur: İran bu tür bir tehditle baş etmek için bölgesel olarak sınırlandırma stratejisini kabul etmiş ve bazı cephelerde çatışmayı dondurmayı ya da çatışmamazlığı tercih etmiş olabilir ama eğer çok sıkışırsa kendine bağlı hücreleri uyandıracaktır. Lazkiye’de olanlar pek çok nedenle vuku bulmuş olabilir. İran dışında İsrail’in, İran ile beraber İsrail’in parmağının olması da yüksek. Bir yandan bir darbe girişimi, bir yandan Suriye’yi eski ayarlarına, iç savaş ortamına geri götürme girişimi, Şam-PYD, Şam-Avrupa/Batı yakınlaşmasını bozma girişimiydi; tüm bunlar doğru ama bir yandan da uyuyan hücrelerin nasıl bir anda kalkışabileceğini gösteren bir denemeydi. ABD’nin bu denemeyi ciddiye aldığını yazımızın başlarında belirttik. Ayrıca Amerika’nın Yemen saldırısı sonrasında, İran Devrim Muhafızları Komutanı’nın İran’ın Direniş Ekseninin yaptıkları ve yapacaklarından sorumlu olmadığı konusundaki açıklaması atlanmamalı. Sonuçta, bu atmosfer içerisinde, Ankara’nın işaret ettiği gibi Suriye’de açık bir yaranın kalmaması çok önemli.

 Öcalan’ın fesih çağrısı

 Türkiye yukarıda saydığımız tüm etmenler dahilinde denkleme giriyor ama Suriye’deki gelişmeleri hızlandıran bir faktörün de Öcalan’ın mektubu olduğu yadsınmamalı. Kandil, çağrıyı ciddiye aldığı andan itibaren PYD’nin yalnızlaşma süreci başlamıştı. Öcalan’ın yeni jeopolitik konjonktürde kültürel özerklik dahil her türlü özerlik ve bağımsızlık talebini reddedip üniter devlette siyasetin parçası olma sürecine Kürt hareketleri davet etmesi, bölücülüğün dayandığı ideolojik temeli ortadan kaldırdı, bu nedenle siyasetin dışında terör aracılığıyla var olmaya çalışmak açık açık bir dış aktörün aracı olmak anlamına gelecekti, -ki vekillerin başına neler geldiğini hepimiz görüyoruz. Bu arada Türkiye’nin Kürt haklarının Suriye’nin geleceğinde garanti altına alınması telkinini Şam yönetimine açık açık verdiğini gördük. Avrupa’dan Ortadoğu’ya Türkiye’nin demokrasisi ile ilgili havanın/imajın değişiği bir andayız, ve bu da Suriye özelinde PYD’nin sürdürdüğü mücadelenin algısını değiştirdi. Eğer yanlış yolda bir adım atılırsa bedelinin siyasi ve askeri olarak çok ağır olabileceğine PYD ikna olmuş olmalı ki Şam ile anlaşma imzalandı. Gelecek her zaman belirsizdir, biz de kâhin değiliz ama bugün PKK’nın tüm kollarının fes edilmesine çok yakınız, bugün yeni Suriye’ye de çok yakınız; ayrıca Ortadoğu ve Avrupa yeniden şekilleniyor. Tüm bu dinamikler içerisinde her zaman her şey değişebilir. Ama kimsenin beklemediği bugünkü radikal dönüşüme Türkiye hazırlıklıymış, herkes başka yöne bakarken Ankara stratejik hazırlık yapmış. Gelecekteki belirsizliğe bakarken Ankara’nın oluşturmayı başardığı bu etki unutulmamalı.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *