
Suriye-YPG Anlaşması Barış mı, yeni bir kriz mi?
Ortadoğu’daki dengeleri yeniden şekillendirebilecek Suriye-YPG anlaşması, siyasi arenada tartışmalara yol açtı. Kağıt üzerinde barışı ve ulusal birliği hedefleyen bu metin, sahadaki gerçeklerle ne kadar örtüşüyor? Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları nasıl şekillenecek? Ve en önemlisi, bu anlaşma gerçekten sürdürülebilir bir çözüm mü sunuyor, yoksa yeni bir krizin habercisi mi?
Bu sorulara gelin beraber cevap verelim. Anlaşmanın ilk iki maddesi, Suriyelilerin liyakat esasına göre temsil edilmesini ve Kürt toplumunun anayasal haklarının tanınmasını vurguluyor. Bu, yıllardır savaşın gölgesinde kalan Suriyeliler için önemli bir kazanım gibi görünebilir. Ancak burada kritik bir nokta var: YPG’nin gelecekte nasıl bir siyasi ve askeri rol üstleneceği belirsiz. Sayın Devlet Bahçeli’nin CNN Türk’te yaptığı açıklamalarda da vurguladığı gibi, Türkiye için YPG, PKK’nın bir uzantısıdır ve bu örgütün meşrulaştırılması kabul edilemez.
Eğer YPG, Suriye içinde anayasal bir statü elde ederse, bu durum Türkiye’nin sınır güvenliğini ciddi şekilde tehdit edebilir. Olası bir “otonom yapı” senaryosu, sadece Suriye değil, bölgedeki tüm ülkeler için istikrarsızlık kaynağı olabilir. Anlaşmanın üçüncü maddesi ateşkesi öngörüyor. Ancak Ortadoğu’da ateşkesler, genellikle kâğıt üzerinde kalıyor. Suriye topraklarında halen ABD, Rusya, İran ve Türkiye gibi güçlü aktörler bulunuyor. Sadece hükümet ve YPG arasında bir mutabakat sağlanması, sahadaki diğer silahlı grupların pozisyonunu değiştirmez.
Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları ve Suriye muhalefetinin varlığı düşünüldüğünde, bu ateşkesin uygulanabilirliği büyük bir soru işareti. Dördüncü madde, devlet otoritesinin yeniden tesisi açısından umut verici. Sınır kapıları, enerji sahaları ve stratejik altyapının merkezi hükümete devri, Suriye’nin toprak bütünlüğü için şart. Ancak bu süreçte yerel unsurların dışlanması, yeni çatışma alanları yaratabilir. Türkiye’nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı gibi operasyonlarla inşa ettiği güvenli bölgelerdeki kazanımların korunması, Ankara için kırmızı çizgi olmaya devam edecek. Bu süreç, YPG’nin tamamen silah bırakması ve rejimle entegre olmasıyla mümkün olabilir mi?
Yoksa yeni bir pazarlık alanı mı yaratıyor? Türkiye, yaklaşık 3,6 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Beşinci madde, mültecilerin devlet güvencesiyle geri dönüşünü öngörüyor. Ancak bu dönüşün güvenli ve sürdürülebilir olması için altyapı, ekonomi ve sosyal düzenin yeniden inşa edilmesi şart. Eğer dönüş süreci iyi yönetilmezse, bölge yeni insani krizlere sahne olma olasılığı yüksek. Yedinci madde, bölünme çağrılarına ve nefret söylemlerine karşı durmayı hedefliyor. Ancak Suriye’de etnik ve mezhepsel gerilimlerin derin olduğu unutulmamalı. Kürt, Arap, Türkmen ve diğer toplulukların beklentileri dikkate alınmadan yapılacak bir barış süreci, yeni ayrışmalara yol açabilir. Türkiye için bu anlaşmanın en kritik boyutu, YPG’nin geleceğiyle doğrudan bağlantılı.
Eğer YPG, terörle bağını koparmadan Suriye’de meşru bir siyasi aktör olarak kabul edilirse, bu durum Türkiye için ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturacaktır. Türkiye’nin diplomatik adımları, hem ulusal güvenliği korumak hem de Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklemek üzerine şekillenmelidir ve netekim de adımlar bu yönde atılıyor. Suriye-YPG anlaşması kâğıt üzerinde barışı hedeflese de sahada birçok risk barındırıyor. Türkiye, süreci yakından takip etmeli ve sınır güvenliği konusunda tavizsiz olmalıdır ve dahi olacaktır. Çünkü barış, sadece masada imzalanan metinlerle değil, sahadaki gerçekleri de göz ardı etmemeyi gerektirir. Barışın bedeli ağırdır, ama savaşın maliyeti çok daha yıkıcıdır.