Bağışıklık sisteminin en önemli dopinginin moral, motivasyon ve 'inanmak' olduğu unutulmamalı...
“1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşaltmış. Sonra denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye bakmak için soğuk hava deposuna girer. Onun içeride olduğunu fark etmeyen başka bir denizci kapıyı dışarıdan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar ama kimseye duyuramaz sesini. Ve boş şilep yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar...
Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek ve içecek bulsa da deponun dondurucu soğuğuna dayanamayacağına inanır! Korkudan yemeden, içmeden kesilip günbegün adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna verdiği önce uyuşturucu sonra öldürücü etkileri çakısıyla kazır duvara.
Şilep Lizbon’a demir attığında soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır! Duvara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretle dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur! İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi kapatılmış, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece daha yükselmiştir. Yani denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı ya da donacağına inandığı için ölmüş!”
Bağışıklık sisteminin en önemli dopinginin moral, motivasyon ve ‘inanmak‘ olduğu unutulmamalı...
Dünya aylardır bir zerre virüs ile sınanıyor! Şükürler olsun ülkemiz köklü devlet ve toplum yapısına sahip olduğu için bu durumun hakkından layıkıyla gelmeye çalışıyor.
Evet 65 yaş üstü bizi biraz zorlasa da Bakan Soylu gibi ‘büyüklerimiz başımızın tacı’ diyerek kimi zaman tebessümle kimi zaman da pes etmeden sabırla defalarca defalarca anlatıyoruz... Çünkü biz vefa, sevgi, saygı, hürmet genlerimizi onlardan aldık. Bizden sonrakilere aktarmak, fırtınalı günlerde sığınmak, puslu havada yön bulmak, dipsiz kuyularda halat olmaları için büyüklerimize ihtiyacımız var... Bunu onlara anlatmalı ve hissettirmeliyiz.
Devletin kademeleri ve duyarlı vatandaşlar elinden geldiğince süreci desteklerken ekranlarımız felaket tellallarına emanet edilmiş durumda maalesef! 7/24 öldük, ölüyoruz, öleceğiz tarzı söylemleri ile vatandaşı ‘koronoyak’ yapmaya çalışanlar toplumun bağışıklık sistemini çökertiyor ve zehirliyor! Geçtiğimiz akşam bir uzman hekim ‘kırk yaş altı kimse ölmeyecek hadi iddiaya girelim, ölen olursa mesleği bırakırım...’ cümleleriyle ‘yeterin gari uleeennn’ diye isyan ettirdi beni bile!
Bir de ‘altın pik yaptı, dolar yükseldi, faiz ne oldu, ekonomi sinyal veriyor...’ ekonominin gamlı baykuşlarını da unutmamak lazım. Dünya ekonomisi sanki zirvede bir kusurlu biziz gibi yapılan bu tarz haberler kime hizmet ediyor?
‘Unutma bunları Türkiye unutma!’
Velhasıl-ı kelam Elazığ depreminde de sınıfta kalan ekranlarımız koronavirüs ile bir kez daha yetersizliğini ispatladı. Halbuki ‘felaket oturumları’ yerine her yaş grubuna hitap eden virüsten korunma videoları sık sık yayınlansa... Evde oturanlara kaliteli filmler, konserler, söyleşiler, gösteriler izletilse... Spor ve terapiye yönelik eğitici programlara ağırlık verilse... Eski Türk Filmleri evde istirahat eden büyüklerimize özel hediye edilse...
Buradan tüm ilgili kurumlara sesleniyorum; virüsten ziyade toplumu geren, sıkan, bayıltan, korkutan, kızdıran, bağışıklık sistemini zayıflatan her kim ve her ne var ise lütfen vatandaştan uzak tutun!