Doğal mecrasında akıp giden, her birimizin hayatına farklı bir değer ve anlam katan kişisel zaman algımız (öznel-sübjektif zaman); modern olma derdiyle yıl, ay, gün, saat, dakika ve saniyelere bölüp parçaladığımız, rakamlara döktüğümüz zaman algımızın (nesnel-objektif zaman) yıkıcı etkisi altında kalmıştır.
Hızla esen rüzgârla dalından düştü bir yaprak. Sararan diğer yapraklar gibi. Hiç ayrılmayacakmış gibi bağlı olduğu dalını, ağacını, ormanını terk etti. Artık ne ağacın ne de ormanın önemi var düşen yaprak için. Onun kaderi, esen rüzgârda saklı. Ve dönüşümün doruğundaki yaprak, asıl kaynağı olan toprakla buluşmanın ve yeni bir hayata başlamanın heyecanı içinde. Kim bilir bugünün düşen yaprağı, belki de bir orman olarak yeniden yeşertecek dünyayı.
Bugün insanlar, içinde yer aldıkları toplumla doğal, geleneksel bağlarını kurmakta zorlanıyor. Toplumla anlamlı ilişkiler kurma, toplumsal davranış modellerini öğrenme, sosyal ilişkileri edinme ve daha da önemlisi, adalet, ahlak, inanç gibi değerleri doğal yollarla tecrübe etme imkânımız daraldığı için yabancılaşıyoruz. Özellikle çocuk ve gençlerin, kişilik kazanma sürecinde zorunlu olan toplumla gerçek ilişkiler kurma imkânları hızla zayıflıyor. Zayıflıyor çünkü sanal ilişkiler yumağı, anlam derinliği taşıyan gerçek toplumsal etkileşimi gölgeliyor.
Doğal mecrasında akıp giden, her birimizin hayatına farklı bir değer ve anlam katan kişisel zaman algımız (öznel-sübjektif zaman); modern olma derdiyle yıl, ay, gün, saat, dakika ve saniyelere bölüp parçaladığımız, rakamlara döktüğümüz zaman algımızın (nesnel-objektif zaman) yıkıcı etkisi altında kalmıştır. O kadar çok sayıda sanal etkileşim ve iletişim halindeyiz ki bir yandan hiçbir şeye zamanımız yok ama diğer yandan hızla sıkılıyoruz ve sıkılmamak için daha çok tüketiyoruz. Sayı ve görüntü odaklı nesnel ilişkiler, değer ve insan insana ilişkileri sınırlandırdığından birey olarak doğal yaşama sevincini yakalayamıyor, sanal âlemin ışıltılı oyun dünyasında oyalanıyoruz.
Dalından Kopan Yaprak
Böyle bir ortamda bireyler, toplumsal bağların kişiyi saran, iyileştiren ve yaşama keyfi veren anlam derinliğini, zamanından önce yitiriyor, rüzgârın, dalından ayırdığı yaprak gibi. Günlük işler, koşuşturmalar, trafik, zamana sığdıramadığımız sayısız işlemler, sanal ilişkiler, bizi nefes alamaz hale getirirken yalnız kalan yaprak misali toplumun geleneğinden ve bireyi saran iyileştirici etkisinden uzaklaşıyoruz.
Modern dünya insanının, kalabalığın içinde yalnız, gürültünün içinde sessiz kalması bundandır. Kişisel dinamiklerimizle ters düşmemiz bundandır. Zira mantık odaklı rasyonel işlemlerle uğraşmaktan duygularımızı ve sosyalleşme ihtiyacımızı karşılamada zorlanmaya başladık. Somut işlevler dünyasında hızla yol almaktan geçmişten geleceğe uzanan zaman algısındaki yerimizi ve konumumuzu yitirdik. Toplumun değerlerinden uzaklaşıyoruz ve yaprak gibi savruluyoruz.
Başta kendimiz olmak üzere, ailemiz ve toplumla alışverişimiz zayıflıyor. Modern toplumun zorladığı bireysellik rüzgârı ile kendi başımıza kalmaya mahkûm olduk, bu kocaman dünyada. Ve hızla yabancılaşıyoruz.
Yeryüzündeki bu insanlık tablosuna bakıp hüzünlenmemek, kaygıya kapılmamak mümkün değil. Her ne kadar hüzün sabırdan gelse de ve yeni kapıların açılmasına vesile olsa da dünya insanının giderek kederli olması, öfke ve şiddete yönelmesi düşündürücü boyutlara ulaşmıştır.
Türkü Olmak
O halde bir sorgu zamanı çoktan gelmiştir. Kimin için çalıştığımızı gözden geçirmenin zamanından söz ediyoruz. Birey olarak giderek yabancılaşmamızı önleyecek bir kişisel murakabeden söz ediyoruz. Hangi ormanın, ne tür bir ağacın ve hangi dalın yaprağı olduğumuzu yeniden hatırlamanın vakti gelmiştir. Evet, onlardan kopmadan zaten bizim olan bu değerlerle yeniden değerlenmemiz bize iyi gelecektir.
Sadece maaşı için çalışan işçi, şartlar ne olursa olsun kasasını düşünen patron, ders süresini doldurma derdinde olan öğretmen, siyaset için kalem oynatan kamu görevlisi olmak yetmez.
Ders vermekten ders olmaya, türkü okumaktan türkü olmaya, çevreye dert olmaktan derman olmaya kısacası dünyanın tadını bozmaktan dünyaya bir tat vermeye doğru bir yolculuktan söz ediyoruz. Hayatın merkezine kendini koyan ve sadece kendisi için çalışanlar, bu yolculukta zorlanır.
Dünyanın giderek tek dil, tek devlet, tek din, tek cinsiyete doğru evirilmeye zorlandığı bir zamanda kendi ağacımız, ormanımız elbette önemlidir. İhtiyaçlarımız önemlidir ama asıl olan başkaları için bir şeyler üretmektir.