Katılım finansı reel kesim vadeli satışlarından pay piyasasına, risk sermayesinden girişim sermayesine kadar çok geniş bir yelpazeyi içine alır.
Katılım finansının katılım bankacılığından ibaret anlaşılmasına karşı uzun zamandır bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorum. Araştırmalar ve mutat yayınlarla katılım finansının geniş çerçevesini anlatmak için gayretler ortaya koyduk. Nihayet finans yönetiminin en üst temsilcilerinden bu anlamda mesajlar gelmeye başladı.
Katılım finansı reel kesim vadeli satışlarından pay piyasasına, risk sermayesinden girişim sermayesine kadar çok geniş bir yelpazeyi içine alır. Hatta mevduat ile tahvil/bonoyu çıkarırsanız geriye kalan finansal kurum ve enstrümanlar katılım finansının unsurudur. Buradaki temel farkındalığı risk paylaşımı ve risk ticareti üzerinden rahatlıkla ilgili olan herkes analiz edebilir.
Risk ticareti anlamındaki finansal işlemler katılım finansının dışındayken risk paylaşımı anlamındaki işlemler katılım finansının çevresini oluşturur.
Risk paylaşım paradigması Batı’daki ekonomilerden başlayarak finansal mimarinin merkezine kaymaktadır. Risk sermayesi ve girişim sermayesinin başı çektiği bu dönüşüm faiz unsurunu Batıda model dışına itmeye devam etmektedir. Pek yakında faizin gayrimeşruluğunun istisna uygulamaları ortadan kalkacaktır.
İşte tam bu noktada Türkiye doğru bir stratejiye sahiptir. Enerji-Güvenlik-Finans üçlü sacayağı üzerinde Türkiye’nin beynelmilel konumu güçlendirilmek isteniyorsa katılım finansı önemli bir bileşen olarak görülmelidir. Bu stratejiye ekonomi ve aktörleri gerekli özgüveni sağlamak ve iltifat da göstermiştir.
Fakat bu önemli bileşen Türkiye’de “bir kısım sistem dışına itilmiş insana çözüm üretiyormuş hatta üretir gibi yapıyormuş” şeklinde ifade edilen/edilebilecek 1985 model bir vizyonla yönetilmektedir (Burada aklınıza gelebilecek tüm faizsiz finans kurumu iddiasındakileri göz önünde bulundurunuz.). Haliyle ekonomiye katkılarına dönük beklentiler de karşılanamamaktadır.
Katılım finansının kendi aktörleri, kamu otoritesi ve adeta her ilgili, katılım finans mimarisine bu çarpık anlayışla yaklaşmaktadır. Bu vizyon belki bazı katılım finans segmentlerinin kuruluş günlerindeki yobaz seküler baskılar karşısında işlevsel bir argüman olarak iş görmüştür. Ancak bugün kendisinin müstakil ve daha doğru bir finansal çözümlemenin asıl aktörü olduğunu ortaya koyacak vizyonlara ihtiyaç vardır.
Bugünün insanını zavallı bir konumlandırmayla finansın içine çekmek mümkün değildir. Üstelik her dünya görüşünün en ihtiyaç duyduğu dönemde kendisini kısırlaştırmak bir kere hedef Müslüman kitleyse bile onlara hakarettir.
Araştırmalar etkin bir faizsiz finansal mimarinin Türkiye’de yüzde 90’ı aşan bir karşılığı olabileceğini göstermektedir. Burada kritik unsur “etkinlik”tir. Bu etkinliği kuracak vizyonerler elinde katılım finansının en önemli küresel merkezi Türkiye olacaktır. Bu okumayı dost/düşman herkes yaptığı halde sanırım bir tek katılım finans yöneticileri yapamamıştır.
Bir not: Geçen hafta faizsizlik konusunda köşe yazısı değerlendirmeleri yapıldı. Yapılmasa daha iyiydi ama reel faizin sıfırlanmasını başarı olarak ele alan bu değerlendirmelere bir farkındalık sunmak adına (teknik girmeden, anlaşılsın diye çok yüzeysel ve kabaca) faiz oranı yüzde 80, enflasyon oranı yüzde 80 iken de reel faiz sıfır tespiti yapılabilir. Sizce başarılı bir tablo mu?