Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şükrü Karatepe, cumhurbaşkanlığı sistemini içeren anayasa değişikliği teklifinin hazırlanmasında mutfakta yer aldı.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şükrü Karatepe, cumhurbaşkanlığı sistemini içeren anayasa değişikliği teklifinin hazırlanmasında mutfakta yer aldı. Karatepe, anayasa hukuku, anayasalar ve darbeler üzerine çalışmaları bulunan bir akademisyen, aynı zamanda Refah Partisi’nden Kayseri Belediye Başkanı olduğu dönemde, 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan demokrasi krizinin bedelini ödemiş bir siyasetçi. Anayasa değişikliği teklifinin detaylarını konuştuk:

TÜRKİYE BAŞKANLIK SİSTEMİNE GÖRE İKİ ADIMI DAHA ÖNCE ATMIŞTI

*Neden mevcut sistemi daha işler hale getirmiyorsunuz da yeni bir hükümet sistemi öngörüyorsunuz?

1982 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği günden itibaren Türkiye’nin sistem problemi var. Normalde parlamenter sistemde devlet başkanları sembolik yetkilere sahiptir ve parlamento tarafından seçilirler. “Parlamenter sistem” denilmesinin hikmeti de bu zaten. 12 Eylül darbesinden sonra, bir generale göre ayarlanmış olan cumhurbaşkanlığı makamı, çok güçlü yetkilerle donatılmış. 12 Eylül sistemi, 2007 yılına kadar şu ya da bu şekilde, sıkıntılarla geldi. Her cumhurbaşkanı seçiminde kriz oldu. Asker devreye girdi. 2007’de bildiğimiz meşhur 367 skandalı yaşandı ve ondan sonra da parlamentoda sağlanan çoğunlukla anayasa değiştirilerek, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karar verildi. Yapılacak başka bir şey yoktu. Türkiye ya bunu sürdürecekti ya da işi asıl yetkilisine, halka devredecekti. Neticede çok yetkili ve halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı oldu. Bu, başkanlık sisteminin özelliğidir. Türkiye gerek 82 Anayasası’nın yapılış biçiminde cumhurbaşkanına tanınan yetki gerekse 2007’de yapılan anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine doğru iki önemli adım attı. Yapılacak bir düzenleme ile parlamenter sisteme de dönülebilirdi. Siyasetçiler, “Cumhurbaşkanını halk seçiyor, bu yanlıştır, bundan sonra halk seçmesin” diyerek, parlamento tarafından seçilecek cumhurbaşkanının yetkilerinin de yarısından fazlasını geri alırlarsa, o zaman parlamenter sisteme dönüşebilir. O zaman, güçsüz bir cumhurbaşkanı, güçlü bir başbakan ve kabinesi olur fakat halka verilen, zaten onun hakkı olan ayrıcalığı geri alamazsınız. Bugün Türkiye’de hiç kimse çıkıp meydanlarda “Halk yanlış yapar, halk cumhurbaşkanını seçmesin, halktan cumhurbaşkanını seçme yetkisini geri alalım” diyemez. Bunu diyemeyeceğine, halkın seçtiği cumhurbaşkanı da yetkili olacağına göre, tek çıkar yol başkanlık sistemine gitmekti. Zaten başkanlık sistemine göre Türkiye iki önemli adımı atmış, son adımı da atarak tamamlıyoruz. Bu, bir süreçti. Bu sürecin üçüncü adımı atılıyor. Güçlü cumhurbaşkanı birinci adım, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ikinci adım, şimdi de geri kalan süreç tamamlanıyor, kuvvetler ayrılığı getiriliyor.

TÜRKİYE’DE NE KADAR KIYMETLİ, DEĞERLİ İNSAN VARSA CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLİR

*Tek adam rejimine gidiliyor mu?

Nasıl bir tek adam rejimi söz konusu olabilir? Öncelikle, cumhurbaşkanının sürekli seçilmesi mümkün değil, beş yıllık dönem için seçiliyor. Beş yıllık dönem için seçilen cumhurbaşkanı darbeyle gelmiyor, babadan oğula geçmesi suretiyle gelmiyor, bir hanedan mensubu değil. Meydanlara çıkıyor, tek başına yarışarak da gelmiyor, milletin huzuruna tek başına çıkmıyor, rakipleri oluyor. Adaylık imkânı o kadar genişletildi ki, vatandaşlar yüz bin imza ile cumhurbaşkanı adayı teklif edecek, parlamentoda yüzde 5 oy alan bir parti ya da birden fazla parti bir araya gelip yüzde 5’i tamamlayarak aday teklif edebilecek. Ana muhalefet partisi, grubu olan bütün partiler aday teklif edebilecek. Bunun anlamı şudur: Türkiye ne kadar değerli, kıymetli insanı varsa aday gösterebilir. Nasıl parlamento seçimleri çok partili bir ortamda yarışarak gerçekleşiyorsa, cumhurbaşkanı seçimi de çok adaylı bir ortamda yarışarak yapılacak. Bu kadar yarış neticesinde seçilen bir cumhurbaşkanına “tek adam rejimi” demek tutarlı bir itiraz değil.

*Seçildikten sonra otoriterleşmesi mümkün olabilir mi?

Diyelim seçildi, seçildikten sonra birden kimlik değiştirdi, davranış biçimi değişti, ebediyen seçilmiyor ki, 5 yıl sonra tekrar seçime gidecek, halk seçmez. Daha da önemlisi, parlamento böyle bir risk görürse seçim kararı alır. Meclis seçimleri yenilenir, onunla beraber cumhurbaşkanlığı seçimleri de yenilenir, vatandaş “diktatörü” bir daha seçmez, eğer seçerse de kimsenin ona “diktatör” demeye hakkı olmaz.

*Diktatörler genellikle darbe ile geliyor…

Çok ayıp bir şey, seçilmiş bir kişiye “diktatör” denilmesi. Parlamentoda yüzde 40 oy alan bir parti çoğunluğu sağlıyor ve hükümet kuruyor, hâlbuki yüzde 40 ve üzerinde oy alan bir cumhurbaşkanı adayı seçilemiyor, yüzde 50’nin üzerinde oy alması lazım. Böyle olunca, cumhurbaşkanının ilk turda seçilme ihtimali her zaman yok. Milletin seçtiğini, tercihini doğru kabul etmezsek bu anayasayı yapmaya gerek kalmaz. Milletin seçtiğinin doğru olduğunu kabul etmeyenlerin, demokrasiden söz etmeye, diktatörlükten şikâyet etmeye hakkı yoktur. Demokratikliğin birinci şartı milletin iradesi ile seçilmiş olmaktır. Meydanlarda açıkça fikirlerini söyleyerek, serbest bir seçimde kapalı oy esasına göre oy verilerek, oylar açıkça sayılırsa, o sandıktan kim çıkarsa çıksın meşrudur, millet de doğru yapmış kabul edilir.

MEVCUT ANAYASAYA GÖRE EGEMENLİK MECLİSİN TEKELİNDE DEĞİL

*Egemenliğin Meclis’ten alınarak cumhurbaşkanlığı makamına verildiğine ilişkin iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

1924 Anayasasına göre hâkimiyet milletindi, millet adına hâkimiyeti de Meclis temsil ediyordu. Hâlbuki şimdi millet adına hâkimiyeti Meclis temsil etmiyor. Anayasaya göre hâkimiyet milletindir, millet hâkimiyetini anayasada gösterilen bütün organlar eliyle kullanır. Yani, mevcut anayasaya göre sadece Meclis değil, devletin bütün organları egemenlik yetkisini kullanır. Kaldı ki, bu yanlış bir düzenleme. Benim kanaatime göre, sadece seçilmiş organların egemenlik kullanması gerekir. Bu anlamda, nasıl ki parlamento seçimle oluşuyor, egemenlik kullanıyorsa, başkan da seçimle oluşuyor, egemenlik kullanır. Yani, mevcut anayasaya göre egemenlik Meclis’in tekelinde değil. Bana göre, egemenlik milletin tekelindedir, millet bu yetkisini seçimle devreder, egemenliği devretmenin yegâne yolu da seçim olmalıdır. Seçim dışında bir yolla millete ait olan egemenlik bir başka organa devredilmemeli. Cumhurbaşkanı seçimle işbaşına geldiği için, o da TBMM kadar meşru olarak, milletin egemenliğini temsil etme hakkına sahip olmalıdır.

*Egemenliğin devriyle ilgili üstü kapalı, örtülü, gizlenmiş bir değişiklik var mı?

Egemenlikle ilgili var olan hiçbir hükme dokunulmuyor. Bana göre dokunulmalıydı, egemenliğin seçilmişler tarafından kullanılacağı hükmü olmalıydı ama o hükümlere dokunulmadı.

1923’TE CUMHURİYET İLAN EDİLDİ, NOKTA

*Bu sistemle Cumhuriyet’ten rövanş mı alınıyor?

İsmi “cumhurbaşkanlığı sistemi” olan bir sistemin Cumhuriyet ile ne rövanşı olur? Başkanlık sistemine geçiyor ama “Başkan” ifadesi dahi kullanılmıyor. Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirileceği sürekli iddia edildi. Ben, bu metnin hazırlanmasında, mutfağında baştan sona yer aldım, bu konu bir defa bile gündeme gelmedi, tartışılmadı. Değişmesi değişmemesi hiç söz konusu olmadı. Baktılar ki teklifte bu maddeler yok, bu sefer “Cumhuriyet değişiyor” dediler. Cumhurbaşkanı defalarca söyledi, Başbakan her konuşmasında ifade etti, Türkiye’nin siyasi rejimi bellidir. Türkiye monarşiden, Milli Mücadele’den sonra Ankara Meclisi’ni kurmuş, 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiştir, nokta. Bunun neresinin tartışıldığını ben anlamıyorum. Anayasa değişikliği teklifinde, anayasadaki rejimle ilgili bir hükme dokunuluyor mu?

İÇTÜZÜK BAŞTAN SONA DEĞİŞMELİ, KOMİSYONLAR GÜÇLENDİRİLMELİ

*Yasama organı devre dışı mı bırakılıyor?

Yasama organı ne yapar? Yasa yapar. Tetkik edelim, bizim parlamentomuz yasa yapıyor mu? Bizim parlamenterlerimiz gayet güzel halkla ilişkiler yapıyor, seçmenleri ile çok iyi ilişkiler yürütüyor, onların özel günlerine, düğünlerine, nişanlarına gidiyor, seçmenlerinin Ankara’da tayinleri, terfileri gibi, devlet kurumları ile işleri varsa onlarla ilgileniyor. Bu da, vatandaşın işiyle ilgilenmek de güzel bir şey ama neticede yasa yapma mevzuna gelince, grup başkanvekillerinin eline bakıyor, onlar nasıl el kaldırıyorsa öyle el kaldırıyorlar. Bunu ben söylemiyorum, milletvekili arkadaşlarım söylüyor. O halde milletvekilleri yasa yapmıyor, TBMM de yasa yapmıyor. Yasalar, ilgili oldukları bakanlıkların hukuk bürolarında, hukukçular, bürokratlar tarafından hazırlanıyor, hükümet eliyle tasarı olarak Meclis’e geliyor, komisyonlarda sıkış tepiş odaların içinde, kavga - gürültü, bağırış - çağırış komisyondan geçiyor, genel kurulda da oylanarak çıkıyor. Hâlbuki yasa böyle sıradan bir şey değildir. Kanun tarifi çok önemlidir. Bu tür yasaların bürokratlar tarafından değil, doğrudan doğruya parlamentoda yasa hazırlamaya ehliyetli milletvekilleri, uzmanlar tarafından hazırlanması lazım. Komisyonların esas yetkili olması gerekiyor. Bu nedenle parlamentodaki komisyonların değişmesi gerekiyor. Bu şekliyle komisyonlar yasa hazırlamak için yeterli değil. Bu nedenle içtüzük baştan sona değişmeli, komisyonlar güçlendirilmeli, uzmanlarla donatılmalı. Milletvekillerinin verdikleri teklifler komisyonlarda olgunlaştırılıp Türkiye’nin ihtiyacını karşılayacak metinlere dönüştürülmeli.

BİZDE MECLİS ÜSTÜNLÜĞÜ ESASTIR

*Cumhurbaşkanı yasama üzerinde mi konumlanıyor?

Esas, ana temel kanunları parlamento çıkaracak. Gerisini, bizim “Mevzuat” dediğimiz, hep şikâyet ettiğimiz, “aman bu kadar mevzuat, bürokrat mevzuatı uyguluyor uygulamıyor” dediğimiz, ayrıntıya yönelik şeyleri, yürütme alanında kararname ile cumhurbaşkanı düzenleyecek. Bizim günlük olarak karşımıza çıkan, ayrıntıya yönelik kuralları koyacak. Yani, parlamento daha üst seviyede yasa yapacak, yani parlamentomuz gerçek anlamda yasama organı niteliği kazanacak.

*Meclis nasıl denetleyecek?

Bizde Meclis üstünlüğü esastır. Denetim konusunda da Meclis üstünlüğü esastır. Sadece gensoru konulmadı. Gensorunun denetim olduğunu kim iddia edebilir ki? 300’ü aşkın gensoru verilmiş, bir ya da ikisi işlemiş. Parlamenter sistemde gensorunun zorunlu olmasının sebebi, parlamentonun güvenoyu vermesi. Cumhurbaşkanlığı sisteminde güvenoyu vermediği için gensoruya gerek yok. Parlamenter sistemde bile gensoru çalışmamış. Gensoru esasen bir denetim yolu değildir. Gensoru dışında düzenlenen bütün denetim yolları da aynen devam etmekte, yazılı soru, Meclis araştırması, Meclis soruşturması, genel görüşme… Hepsi kalıyor.

*Cumhurbaşkanını bunlar dışında denetleme yolu yok mu?

Cumhurbaşkanının düzenleme yetkisi Anayasa Mahkemesi’nin denetimine, idari yetkisi ise İdare Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın denetimine tabidir.

MECLİS İKİ SENE ÜST ÜSTE BÜTÇEYİ KABUL ETMEZSE…

*Bütçe yetkisi Meclisten alınıyor mu?

Bütçe yetkisi Meclisten alınmıyor. Bugün nasıl yapılıyorsa bütçe öyle yapılacak. Hükümet nasıl bütçe tasarısını hazırlıyorsa, cumhurbaşkanı bütçe tasarısını hazırlayacak. Bir tek bütçeyi getiriyor, bunun dışında hiçbir yasa tasarısı getirmiyor. Bütçeyi hazırlayan cumhurbaşkanı parlamentoya sunuyor ve Plan, Bütçe Komisyonu bütçeyi görüşüyor, tartışıyor ve mevcut usulle kabul ediyor.

*Kabul etmezse…

ABD’de kongre, bütçeyi kabul etmediği takdirde, o zaman hükümet mekanizması çalışamaz, yürütme işlemez hale gelir, memurların maaşı ödenemiyor, diğer ödemeler yapılamıyor. Türkiye, bunu gidermek için cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, böyle olduğunda bir önceki yılın bütçesi yeniden değerlendirme esasına göre artırılıyor ve yoluna devam ediyor. Bir önceki yılın bütçesi kabul edilmiş bir bütçe, dolayısıyla hayali bir bütçe olmuyor. Bu bir kolaylık değil ama problemi çözüyor. Cumhurbaşkanı bir önceki yıl mesela terör vardır savunma hizmetlerine çok harcama yapar, o sene sağlık ya da turizm ya da ulaştırma alanına yatırım yapmak isteyebilir eğer bütçesi kabul edilmezse bunları yapamıyor, bir önceki yılın yatırımlarına devam etmek, bir önceki yıla göre harcama yapmak durumunda kalıyor. Bu da parlamentonun elinin üstün olduğunu gösteriyor.

*Bir yıl kabul edilmedi, bir önceki yılın bütçesi ile devam edildi, sonraki yıl da kabul edilmezse ne olacak? Mesela geri kalan 4 yılı böyle geçirebilir mi cumhurbaşkanı?

İkinci sene devam edemez, parlamento ya kabul edecek ya da kabul etmeyecek. İşte o zaman seçime gidilir çünkü çalışamıyorlar demektir. Bunu bir defa yapabilir. İkinci sene uygulanamaz, bu, ipler koptu anlamına gelir. Tek çözüm seçim olur. Ya uzlaşıp bütçeyi çıkaracaklar ya da seçime gidecekler. Cumhurbaşkanı bütçe getiriyor, Meclis iki sene kabul etmiyor, bu durumda seçime gidilir, millet ya parlamentoyu yeniler ya da cumhurbaşkanını değiştirir.

MECLİS ÇOĞUNLUĞU İLE CUMHURBAŞKANI FARKLI PARTİLERDEN OLURSA YA UZLAŞIP GEÇİNECEKLER YA DA SEÇİME GİDECEKLER

*Bu süreçte pek tartışılmıyor ama cumhurbaşkanı iki turlu seçiliyor, parlamento birinci turda seçiliyor. İkinci turda parlamentoda çoğunluğu elde eden partinin adayı değil de diğer aday seçilirse sistem kriz üretir mi?

İkinci turda parlamentoda çoğunluğu elde eden partinin adayının cumhurbaşkanı seçilememesi mümkün tabii. Bu durumda, ya geçinecekler ya tekrar seçime gidecekler. Bu uzlaşma sistemi. Ya uzlaşıp geçinecekler ya da seçime gidecekler. Burada böyle bir durumda kriz yok. Bu sistem krize imkân vermiyor. “Biz krizle yürütürüz” diye bir şey yok, krizle yürütülemez, kriz varsa seçime gidiliyor ya da dikkat edecekler kriz çıkarmayacaklar.

PARTİLİ CUMHURBAŞKANI İSTEMEYENLER PARTİLİ OLMAYAN CUMHURBAŞKANI ADAYI GÖSTERİR

*Partili cumhurbaşkanı, bir parti devletini doğurur mu?

Bu şikâyette bulunanlar kendi partilerinden birisini değil, partili olmayan birisini aday gösterebilir. Buna bir engel yok. Biz yaptığımız düzenlemede sadece “cumhurbaşkanının partisiyle ilişiği kesilir” hükmünü kaldırdık. Yani, bir kişi cumhurbaşkanı seçildiğinde eğer partiliyse partili olmaya devam eder. Bunun anlamı şu: İsterse partisine üye olur, isterse olmaz, isterse partisinde yönetici olur isterse olmaz, isterse partisinde genel başkan olur isterse olmaz. A kişisi cumhurbaşkanı seçilir partisiyle ilişkisini devam ettirir, B kişisi devam ettirmeyebilir. Kişisel tercihi. Yeni sistem buna imkân veriyor.

BAKANLAR PARTİ YÖNETİMİNDE YER ALABİLİR

*Teklifte bakanların durumuyla ilgili bir açıklık yok, cumhurbaşkanının kabinesinde görev vereceği bakanlar milletvekili olamıyor ama bir partinin yönetim organlarında yer alabilir mi?

Bakanlar da partili olabilir. Bizce yasak konulması doğru değil. Kıyas yoluyla söylüyorum, cumhurbaşkanı partide görev alabildiğine göre onlar da alabilir ama açık hüküm yok. Anayasalarda boşluk olur, çok detaylı yazılırsa tüzük gibi olur, bu tür aralıkları da Anayasa Mahkemesi yorumlayarak dolduracaktır. Neticede anayasayı yorumlama, ne anlama geldiğine karar verme yetkisi Anayasa Mahkemesi’nindir.

YARIN: ORDU İÇİNDE HÂLÂ CUNTA VAR MI?