Özellikle son 150, 200 yüzyıldan bu yana gerek ülkemizde, gerekse diğer Müslüman ülkelerde, üzerinde yoğun spekülasyon yapılan konulardan biri, yenilikler karşısında İslam dininin durumudur.
Özellikle son 150, 200 yüzyıldan bu yana gerek ülkemizde, gerekse diğer Müslüman ülkelerde, üzerinde yoğun spekülasyon yapılan konulardan biri, yenilikler karşısında İslam dininin durumudur. Yeniliği teşvik mi eder, engeller mi, yoksa yenilik karşısında nötr müdür?.. gibi sorular hep tartışılmıştır. Biz, bu konudaki gerçekleri sergilemeden önce, yenilikten ne anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.
Ünlü bir yazar, uygarlığı, "Uygarlık, hayatı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek için harcanan çabaların bütünüdür" diye tanımlıyor. Bu, uygarlığın gerçekten yabana atılamayacak bir tanımı. Uygarlığın gerisinde, her biri uygarlık yolunda bir kilometre taşı olan keşifler ve icatlar vardır. Her keşif, her icat bir yeniliktir. Temel amacı da insana hizmettir. Uygarlık için çok eskilerde yapılmış Osmanlıca bir tanım da şöyle: "Medeniyet, tâmir-i bilâd, terfi-i ibaddır". Buna göre uygarlık, oturulan yerlerin yani beldelerin, şehirlerin imarı, modernleştirilmesi, insanların da terfi etmesi, maddi manevi kemale (olgunluğa) ermesidir. Yeniliği, ilerlemeyi, bu iki tanımın çerçevelediği anlamda ele alınca, İslam’ın yeniliği reddetmesi veya olumsuz bir gözle ona yaklaşması normal bir tutum olarak kabul edilemez. Çünkü İslam dini, insanın çalışıp çabalayıp kimseye muhtaç olmayacak bir hayat kurmasını teşvik eden hatta şart koşan bir dindir. İnsanlara zaman kazandıracak, ruhsal ve bedensel yük ve sıkıntılarını azaltacak veya yok edecek buluşlara karşı çıkması, engel olması dinin mantığıyla bağdaşmaz. Dinin de temel amacı, insana hem dünyada hem de ahirette rahat bir hayat temin etmektir. İslam tarihi boyunca görülen yenilik karşıtı hareketler, kurumsal değil, kişiseldir. Bunlar dinin özünden kaynaklanmaz, bazı kişilerin, bazı mevki sahiplerinin dine ters tavırlarının sonucudur.
Müslüman âleminde, yeniliğe karşı din adına takınılan tavırlar arasında yüz seksen derecelik farklar vardır. III. Selim'in, kurduğu Nizam - ı Cedit ordusunun askerleri için uygun gördüğü, Avrupa tarzında bir soğuktan korunma giyeceği olan kaput hakkında "gâvur icadıdır, giyilemez!" fetvasını verenler din adına davrandığı gibi, bu fetvayı verenlerin sarayın avlusunda niçin astırılmadığına hayıflanan büyük hukukçu Cevdet Paşa da yine din adına bu hayıflanmada bulunmuştur. Allah elçisinin, "İlmi kitapla bağlayın" (yani yazın) anlamındaki hadisine rağmen matbaaya karşı çıkanların davranışlarını dine uygunlukla izah etmek mümkün müdür? İşin gerçeği şu ki matbaayı; ilmi, onu yazarak, kitaplaştırarak korumayı ve yaymayı yücelten bir dinin mensuplarının icat etmesi gerekirdi.
Paratonere, "gâvur icadıdır" diye karşı çıkıldığı yıllarda, yıldırımdan korunmaya en çok gereksinim duyan yapılar camilerdi. Nüanslara dikkat ederek konuya yaklaşıldığında farklı sonuçların ortaya çıktığı, din adına sahnelenen söz ve eylemlerin pek de dindarane olmadığı görülecektir. Kuran'da, insanı düşünmeye, aklını kullanmaya, evrenin sırlarını çözmeye teşvik eden ayetler, çeşitli vesilelerle defalarca tekrarlanmıştır. Sahabeden biri, ticaret amacıyla gittiği Suriye'den, Arabistan'da bilinmeyen bir aydınlatma cihazı getiriyor ve Medine'deki Mescid-i Nebi'ye asıyor. Bu, basit bir kandil, ama o zaman için yeni. Sabah, akşam ve yatsı namazları artık bunun aydınlığında kılınıyor. Peygamberimiz bunu beğeniyor ve getiren kişiye, "Ey falanca, sen bizim mescidimizi nurlandırdın, Allah da kıyamet gününde seni nurlandırsın" diye dua ediyor. Yeniliği böyle algılayan, değerlendiren bir peygamberin ümmetine, yenilik karşısında hangi tavır yakışır? Yanında olmak mı, karşı durmak mı?