En başta Şah anlayamadı. Tahttan düştü.
En başta Şah anlayamadı. Tahttan düştü. Sonra Amerika anlayamadı. 30 yıldır tüm gücüyle abanmasına rağmen tek bir geri adım attıramadı. İsrail tümüyle anlayamıyor. “Rejim devrilirse halk ile dost oluruz” türü açıklamalar yapıp ekonomik sıkıntıdan sokağa çıkan halkı iş birlikçi konumuna düşürüyor. Kendi yöneticileri de anlayamıyor. Çünkü sistemin zorlandığını görmüyor.
Çünkü her biri belli statükoların daracık pencerelerinden bakıyorlar. Çoğunluğu genç 80 milyonluk bir ülkenin değişkenlerini göremiyor olabilirler mi?
Sokakta atılan sloganlara dikkat edildiğinde hemen her kesimden, düşünceden insanın gösterilere katıldığı dikkat çekiyor. Kimi pahalılıktan, kimi molla yönetiminden şikayetçi. Tek tük Şahçılar bile görülüyor aralarında. Bir tür memnuniyetsizler koalisyonu anlayacağınız.
Ancak işin temeli ekonomi. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olup neden benzin kuyruklarına girdiklerini sorguluyorlar. Veya kendileri işsizlik çekerken neden başka ülkelerde öldüklerini.
1995’de rejimin 15’inci yılında ilk kez İran’a gittim. Giderken bir dostum sordu: “Sokaklara bak bakalım. Kendilerini İslam adına karar veriyor gösterenler ülkeyi yönettiklerinde, ekmek zamlandığında halk kime kızar?” demişti.
İran devasa bir kültürdür. Dili ile, sanatı ile. Sinemasından müziğine. 2 bin 500 yıllık bir uygarlığın sıkıştırılmaktan pek de hoşlanmayacağı çok açıktır.
İran’da hemen her şey düalite üzerine kuruludur. En tepede yönetim. Biri ruhani, tartışılmaz, değiştirilemez, sorgulanamaz. Diğeri siyasi. Seçimle işbaşına gelen. Ruhani yönetim en temel uygulamalarda tek kural koyucudur. Kendi ordusu bile vardır. Ancak görüntüde siyasi yönetim sorumludur olanlardan. Veya öyle olması istenir.
Ekonomi sıkıntıdadır. Ciddi yokluk çekilir. Hayat temel düzeyde devam eder. Koca ülke ambargolar yüzünden kendisine ait petrolü bile satamaz, satsa bile parasını alamaz. O yüzden dünya çapında düzenbazlarla iş yapar. O düzenbazlar onu dolandırır. Sonra yakaladığını idama çarptırır. Ancak bu durum varken, Yemen’den, Suriye’ye rejim ithaline çalışır. Her cephede savaşır.
Sonra ev ve sokak ikilemi çıkar karşımıza. Rejim sokakta insanların neredeyse tek tip olmasını ister. Nasıl giyineceğini, nasıl yürüyeceğini, nasıl konuşacağını belirlemeye çalışır. “Din polisi” ile kılık kıyafet denetimi bile vardır. Buna karşılık evlerin içine karışmaz. Kapıdan içeriye kafasını uzatmaz. Sokakta “Kurallara uygun” dolaşan insanlardan kimileri eğer isterlerse evlerinin içinde hiç de öyle rejimin dayattığı gibi davranmayabilirler.
Sonra kadınlar. Sokaklarda yürürken hemen dikkatinizi çeker. Bir kısmının başları örtülüdür ancak o örtü bildiğiniz gibi değildir. Kulakların arkasından başlar. Yani yarım örtüdür aslında. Bu kadınların bir tür direncidir. “Kurallara saygılıyım ama beni fazla da sıkmayın” demek ister gibidirler. Ancak sanıldığının aksine İran, pek çok Arap ülkesinden daha fazla kadınların etkin olduğu bir ülkedir. Araç kullanmaları da serbesttir, yalnız başlarına yürümeleri de. Parklarda, kafelerde rahatlıkla otururlar. Mesela kural olarak kadınların nargile içmesi yasaktır. Ama hemen her kafede “Kadınlar nargile içemez” yazılı tabelaların altında nargile içen kadınları görürsünüz. Her İranlı erkek itiraf eder ki aslında, İran ailelerini kadınlar yönetir.
Şimdi İran sokakları maalesef karışık. Rejimi temelinden sarsabilir mi? Bence hayır. Ama bu olaylarla alınması gereken dersler vardır. Başta kendi yöneticileri tarafından.