İlk insan topluluklarından sonra sırasıyla tarım toplumu, sanayi toplumu ve bilgi toplumuna geçiş süreçleri, insanlık tarihinin en güçlü üç dönüşüm çağıdır.

İnsan merkezli bir dünyanın yeniden inşa edilmesinden söz etmiştik. Sanal topluma geçiş sürecinde insanı, hayatın merkezine en önemli değer olarak koymak zorlu bir değişimi, dönüşümü ve mücadeleyi gerektiriyor.

İlk insan topluluklarından sonra sırasıyla tarım toplumu, sanayi toplumu ve bilgi toplumuna geçiş süreçleri, insanlık tarihinin en güçlü üç dönüşüm çağıdır. Bugün, dördüncü dönüşüm dalgasıyla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bilgi çağından sanal topluma bazılarına göre ise dijital topluma geçişin sancıları başlamıştır.

Tüm bu değişim ve dönüşüm sürecine eşlik eden bir güç kaymasının etkilerini göz ardı edemeyiz. Bir anlamda gücün kaynağı değişmiştir. Devlet ile birey etkileşiminde klasik otoritenin kaynağı, devletten bireye doğru dönüşmeye başlamıştır. Çünkü örgütlere ruh veren insandır. İnsanlar, kurucusu oldukları devleti yaşatan, araçlar, hizmetkârlar olmaktan çıkmaya başlamıştır. Devlet, insanları yaşatan ve onların hizmetinde olan araç haline gelmektedir. Yani amaç insandır. Örgütün ya da devletin isteklerinden, beklentilerinden; çalışanın, halkın, milletin yani ki bireylerin isteklerine yönelme söz konusudur.

Daha fazla demokrasi, özgürlük, adalet ve refah çekiciliği; katı otorite, çatışma, ayrılıkçı anlayışların önüne geçmek zorundadır. Toplumu bir ve bütün tutmanın yolu devleti güçlü tutmaktır. Güçlü bir devletin çimentosu ise irade yeteneği ve özgürlüğü artan, demokrasiyi içselleştiren, gönül değerlerini yaşayan bireylerin varlığıdır.

EĞİTİM SÜRECİNİN ETKİSİ

İnsan merkezli dünya arayışı, klasik uluslararası toplumsal yapı ve kurumları da tartışmaya açmıştır. Nitekim ikinci dünya savaşı sonrası dünyanın ihtiyaçlarına yönelik kurulan BM, bugünkü dünya insanının ihtiyaçları için yetersiz kalmış ve etkisi azalmıştır. Medeniyetler arası iletişim çabaları, insanın merkez alındığı küresel sempozyumlar ve sivil toplum kuruluşlarının, BM çatısını gölgede bırakacak düzeyde etki alanı oluşturması bu açıdan anlamlıdır.

Ülkemizin de söz konusu dönüşümden nasibini aldığını, alması gerektiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. İnsanımızın ve toplumumuzun kendisine has özellikleri, güzellikleri ve ruh dünyasını yaşam alanına katık etmesi gerekli ve önemlidir. Esasen gönül dünyamız bu dönüşüme yabancı deldir. İnsanı merkez alan dönüşüm sürecinde önemli avantajlarımız vardır. Bu avantajlar, sorunların çözümü ve toplumsal gelişim için anahtar rol oynamaktadır.

İnsanın merkez olduğu bir dünyaya doğru dönüşüme direnmenin, enerjisini mevcudu korumak için harcamanın, yerinde saymak değil esasen geriye gitmek olacağı unutulmamalıdır. Bu yeni dünya düzenindeki ev sahipliğini hiç kuşku yok ki eğitim süreci üstlenecektir. Birey ve toplumun; sosyal hayat, ekonomi, kültür, sanat, okullar gibi bütün yaşam alanlarında ilerlemesi gibi gerilemesinde de eğitim ve öğrenme sürecinin aktif rol oynadığı bilinmektedir. Dünya üzerindeki bütün medeniyetlerin yükselerek gelişmesinde özellikle eğitim ve adalet alanında ihtiyaca cevap veren yeniliklere ve yeniden yapılanmaya gitmesinin önemli bir etkisi olduğu da unutulmamalıdır.

ÖĞRENDİKÇE YÜKSELİRİZ

Homeros’un, 7. yüzyılda yazdığı dünyanın en eski edebi eserlerinden olan İlyada Destanı; insanın, öğrendikçe yükselebileceğini vurguluyor. O tarihlerden günümüze insanlığın aldığı mesafe ile hayatın hemen bütün alanlarında köklü değişimler olsa da bizi insan kılan temel değerler değişmemiştir. Ahlaklı olmanın erdemi, adaletin getirdiği eşitlik, ötekinin hakkına riayetin sağladığı iç huzur, yeni buluşlara zemin hazırlayan bilimsel bakış, insana gerçek yaşama sevincini sağlayan inanç derinliği gibi değerleri kazanmanın kaynağı kuşkusuz değer odaklı eğitim ve öğrenme sürecidir.

Sanal topluma geçişte eğitim sürecinin; dijital yaşamın olumsuz etkilerini önlemek ve yeni döneme uyum becerilerinin geliştirilmesini desteklemek için çok yoğun bir gündemi olduğu, olması gerektiği bir gerçektir. Zira pandemi sürecinin yavaşlattığı, insan insana etkileşim ve iletişim ihtiyacına cevap vermeye çalışan sanal ağların, bireyi daha da yalnız bıraktığı, renkli ekranlara hapsettiği görülmektedir. Konuyla ilgili bilimsel araştırmalar (D. J. Bassett, 2015, Who Wants to Live Forever? Living, Dying and Grieving in Our Digital Society, Social Science, 2015, 4, 1127-1139.); sanal arenada sonsuzluk arayışlarının dijital zombilere yol açtığını ve bu rüzgâra kapılanların da gerçek hayattan koptuklarına dikkat çekmektedir.

Sanal topluma geçişin neden olduğu maddi ve ruhsal sorunlar da insan merkezli bir yaşamı zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla birey ve toplumun öz değerleri korunarak dijital çağın gerektirdiği insan merkezli dönüşümün gerçekleşmesi için ciddi bir çalışma ve çabaya ihtiyaç vardır. Bu süreçte eğitim alanında zaman yitirmeden çalışmalar yapılması gerekli ve önemlidir. Başta eğitim sürecinin merkezi olan öğretmenler olmak üzere eğitim sistemindeki tüm görevlilerin, kendilerinden başlayarak model olmaları beklenir.