Mümin ve Müslüman olmak, salih amellerle kamil insan olarak nurlanmak ve şuurlanmak demektir.
İnsan olmanın en büyük değeri, insanın İslam fıtratına göre bir hayat tarzını benimsemesi, yaşaması ve kamil insan olma yolunda ceht etmesi, bu yolda gayret göstermesidir. Mümin ve Müslüman olmak, salih amellerle kamil insan olarak nurlanmak ve şuurlanmak demektir. İnsanın en büyük problemi kendisidir, nefsidir, iradesidir. Bu açıdan en büyük cihat da nefsinin taşkınlıklarına ve azgınlıklarına karşı yapılan cihattır. O halde Allah’a inanacağız ve onun emirlerine uyarak ihlasla teslim olacağız.
Mümin ve Müslüman olmak
İbnü'l Arabî’ye göre mümin kelimesi iki kökten türemiştir. ‘İman etmek’ köküne göre mümin, varlığın birliğini ve çokluğun birliğini onaylayandır. ‘Emin olmak’ köküne göre mümin ise, güven veren ve her hak sahibinin hakkını gözeten demektir.
Bu iki kök de, Kur’an’da yer alan ‘mümin’ kelimesinin mânâsıdır. Bu anlamda bakarsak, biz pek ‘mümin’ olmuyoruz, çünkü bu iki özelliğe de sahip olana ‘mümin’ deniyor.
Bir kere ‘mümin’; Allah’tan emin olan, yaratılmışın kabiliyetini kabûl eden ve herkese kendi değerinden değer veren kişiye denir.
Mümin kalbiyle herkesi anlar, kabûl eder; vücûduyla ise şerîata aykırı olan şeylere îtiraz eder.
Dolayısıyla doğal olarak Müslüman ve mümin olabilmek; teslim olup her yerde Allah’ı görebilmek demektir.
Bunları yapamadığımıza göre biz ne tam hakîkî Müslümanız ne ahlâk-ı Muhammedî’ye göre hareket ediyoruz, ne insanlara değer veriyoruz. Nefret bizde, kin bizde, biz kalbimizi irâde edeceğimiz yerde, yâni kalbimizi nurla aydınlatıp Allah’a yöneleceğimiz yerde; nefsimizi irâde ederek, yâni nefsimizin isteklerini kabûl ederek, nefsimizi harekete geçiriyoruz.
İradeli olmak
İrâde; bir harekete geçirme kudretidir. Nefsimizi irâde ettiğimiz zaman, nefsânî arzu ve isteklerimiz vücutta hâkim oluyor. Kinler, nefretler, kıskançlıklar ve Peygamber ahlakına ters olan bütün vücûdî arzu ve istekler bizde varlık hâline geçiyor. Bu durumda ne yazık ki biz, ‘insan’ olma kabiliyetini kaybediyoruz. O halde, ‘mümin’ ve ‘Müslüman’ olmanın hakîkati; son noktada peygamberî ahlâka sahip olmak demektir. Bunun için de, nefsini irâdeden kalbini irâdeye yönlenmesi ve Allah rızasıyla yaratılmışı sevmesi ve yaratılmışa hürmet etmeyi öğrenmesi lâzımdır. Bunlar olmazsa insan mümin de olamaz, Müslüman da olamaz. Bunu dâimî olarak sağlamak için; bunu yapmış olan, yâni kalbini irâde etmiş olan bir bilge öğretmen vâsıtasıyla uyarılmayı talep etmek lâzım. Çünkü Allah’ın ‘Rab’ sıfatı, yâni mürebbilik ve öğretmenlik sıfatı Peygamber’den ve onun vârislerinden tecellî eder.
Allah irâdeyi, ezelî istîdada göre ne yönde geliştireceğini bir mürşidi vâsıtasıyla kula bildirir ve sâdece bildirmekle kalmaz, kulu o yöne yönlendirir. Bu şekilde de kul, Allah’a doğru yönlenir ve yaratılmışı sevmeyi öğrenir. Ayrıca mümin kişi, Allah’ın verdiği haberleri ve elçilerini doğrulayan, insanların canları ve malları hakkında güvenilir buldukları kimselerdir. Hakk’ın yardımı, onun mertebesinden insanlara ulaşır ve mümin vâsıtasıyla insanları emin kılar. Onun için bu da, müminlikte eksikliğimiz olduğunu gösteren noktalardan biridir.
Gençlere tavsiyem:
Ezelî nasiplerine göre önce Allah’la ilişkinin ilmini öğrensinler. Bu yolda samimi olarak yürüsünler ve gayret sarfetsinler. İlim olmadan, ezelî nasibe kavuşmak mümkün değildir. Bu ilim, insanda Allah’a olan muhabbetini artırır. Muhabbet rahmet ve berekettir. Tek hakîkat olan Allah’ı sevdiğin zaman, O’ndan doğan her şeyi, O’ndan var olan her şeyi sevebilirsin, en azından kabullenebilirsin. Bu da, insanı sıkıntılardan belâlardan korur, çünkü Allah’a karşı güven besler. Kendinden olduğu kadar insan, Allah’ından emindir. Bu bakış açısından, kişi hiçbir hâdisede yanlış ve abes görmez. Her hadisenin, kendisi için hayır olduğunu görür.
İbret alınacak bir örnek
Geçenlerde bir şarkıcının evi yandı. Bir gün önce onun bir konuşmasını dinlemiştim; sakat bir çocuğu olduğu için çok üzgündü. Bu günlerde çalışamadığı için borcu boyunu aşmıştı. Çok şikâyet etti, ertesi gün evi yandı, çok üzüldü, üstüne de büyük bir para haciz geldi. Bu durum çok üzücü bir durumdu ve bu duruma hepimiz çok üzüldük. Fakat sonra öğrendik ki, hem haciz ödenmiş, hem evinin bütün masrafları halk tarafından ödenmiş. Hükümet ve belediye de ona sahip çıkmış.
Şimdi düşünün: Hiç ödenemeyen paralar yangın sayesinde ödeniyor. Burada diyebilir misiniz ki; yangın bu kişi için hayırsızdır? Burada bir şey daha hatırlatmak isterim; yanmayan bir tek şey vardı evde, o da seccade idi. Ben bunu gözlerimle gördüm. Dolayısıyla her şerde bir hayır olduğunu gören kişi mümin ve Müslümandır. Demek ki her şey göründüğü gibi değildir. Zahiren bu görünen sureti haldir, fakat her sureti halin bir sureti sırrı vardır. Mümin ve Müslüman yüce kitabımızın idrakinde olandır vesselam.