Günümüze yansıyan deyişlerden, öykülerden etkilendiniz mi veya onların günlük hayatınızdan etkili olduklarını hissettiniz mi hiç?
Tarihteki birçok önemli olayın sırrı, bu ilginç öykülerin derinliklerinde gizlidir.
Kimileri bu öykülerden yeterince ders alarak yaşam çizgilerinde gereken düzenlemeleri yapar, kimileri ise, sadece öykü gibi değerlendirir, hiç ciddiye almazlar. Ama yaşanan bazı olayları değerlendirdiğimizde, öykülerin içerikleriyle, anlatmak istedikleri paralel gelişme gösterirler..
Bugün bir çok öykü, günün gelişen olaylarıyla doğrudan örtüşür veya bağlantısı varmış gibi etkili olabilirler. Veya o öykü içeriğindekilerle, gelecekle ilgili ilginç saptamalar yansıtabilir.
Bugün, bir bilge dostun; sonuna kendi değerlendirme ve yorumunu da ekleyerek anlattığı, bir öyküyü sizlerle paylaşmak istedim. Sizler de içinize sindire sindire okuduğunuzda, ilginç ve akla yakın sonuçlar çıkarabileceğinizi düşünüyorum.
Bilge dostumun anlattığı öykü şöyle;
“Bugün size bir “Biyoloji Öyküsü” anlatmak istiyorum. Adı; “Hücrelerin Öyküsü”.
“Kadından ve erkekten gelen birer hücre, birleşerek insanın temelini oluştururlar. Bu hücreler bölünerek, önce 2, sonra 4, giderek 8, 16 ve 32 şeklinde çoğalırlar. Sayıları çoğaldıkça, iş bölümü yapma ihtiyacı hissederler. Bazıları kemik, bazıları karaciğer- akciğer, bir kısmı kalp ve benzeri ana organları oluşturmak üzere görev üstlenirler. Bu gelişim 40 haftalık bir sürenin sonunda küçük bir insanın dünyaya tutunmasını sağlar.
Hücreler arasındaki bu işbirliği sona ermez. Akciğerler kanı oksijenlendirir, kalp bu kanı tüm vücuda yayar, böbrekler kanda biriken zararlı maddeleri atar, karaciğer bir kimya fabrikasıdır, vücutta yaşam için gerekli tüm kimyasal işlemleri sürdürür. Bütün bu organlar uyumlu bir işbirliği içinde çalışırlar. Bu dengenin tam ve kusursuzluğuna ve uyum içinde çalışmasına bizler “sağlık” diyoruz.
Zaman zaman böylesine uyumlu bir düzende çalışan hücrelerden biri karakter değiştirir ve diğerlerinden farklı işler yapmaya, kendine buyruk çalışmaya başlar. Kısacası karakter değiştirir. Oluşan dengeleri bozar, umursamaz tavırla kendi çıkarları için çalışmaya başlar. Bir parçası olduğu, insan denen varlık için hiç bir şey yapmadan sadece kendi doyumsuz ihtirası için çalışır. Daha sonraları “kanser” adı verilen bu hücre, insan organizmasındaki tüm yaşamsal kaynakları, sadece kendi yaşamı ve üremesi için kullanır. Var olanı sürekli tüketir, sürekli çoğalarak olabildiğince komşu dokulara yayılır, onları işgal eder. Bu süreç kendi açısından bakıldığında çok başarılıdır, ama; insan denilen organizmanın, tüm kaynakları bu doyumsuz hücre gurubunca tüketildiği için, giderek güçsüz, zayıf ve bitkin hale gelir. Dokularda yapılması gerekenler yapılmaz, amaçları görev yapmak yerine; o dokunun kaynaklarını da tüketmek olan hücreler tarafından işgal edildiği için aksamaya başlar.
Bencil “kanser” hücresi, başarının doruğuna ulaştığında aslında kendi sonunu da hazırlamış olur. Besleneceği tüm kaynakları tükettiği için, yaşaması mümkün olmayan “insan” adlı organizma ile beraber toprağa girer ve yok olur”.
Ve dostun öykü yorumu;
“Son zamanlarda hiç hesapta yokken girdiğimiz seçim sürecinde konuşulanlara, seçim nedeniyle meydanlara, kitle iletişim araçlarına yansıyanlara ve yapılan bireysel halk röportajlarında; bugünkü durumumuzla ilgili birbirlerini suçlamalarından, yaşadığımız durumun, adına “kriz” denilen göstergelerin sorumlusu olarak birbirlerini gösterip yeniden görev almak yolunda kazanmak için “oy” denilen silahı kullanarak birbirlerini cezalandırmayı tercih etmelerinden bu öykü aklıma geldi.
Acaba adına; “Türkiye” denilen bu organizmanın, sıkıntılı, kaynaklarının tükenmiş hale gelmesinde, adına “vatandaş” denilen hücrelerin bazıların “kanserleşmesi”nin ne kadar etkisi olduğunu düşünebilir miyiz?
Acaba, aynaya bakıp ben ne kadar “kanser”leştim diye kendi özeleştirimizi yapabiliyor muyuz!”
Çuvaldızdan vazgeçtim, bari iğneyi, arasıra kendimize de batırsak ya.