Taraflı haberler, dedikodular, zihnimizi bunaltan reklamlar, içimizi acıtan şiddet görüntüleri…
Medya ile algılarımızı işgal eden ve ekranlarla zihnimize sürekli taşınan malumat, elbette yeryüzünde olup bitenler konusunda bizi bilgilendiriyor, hayata hazırlıklı olmamızı sağlıyor. Ama aynı zamanda taraflı olmayı, dedikoduyu, daha çok tüketmeyi ve şiddeti de öğreniyoruz farkına varmadan.
Üretilen bilginin anında milyonlarca insanın cebine taşındığı hız çağında haber alma ihtiyacını gideren medya, birey ve toplumun psikolojisini etkileyen yegâne güç haline gelmiştir. Ancak reklam için daha çok reyting, destek için daha çok siyaset kısır döngüsü, medyanın asli varlık sebebi olan insan ve toplum yararını gölgede bırakmıştır. Böylece para ve siyaset, medyayı giderek taraflı, bencil ve haz odaklı bir hale getirmiştir. Zira kendini ispat ve varlık mücadelesi, önde ve hızlı olma, farklı bir şey yapma arayışları, medyanın insana faydasını tartışmalı hale getirmiştir.
Çocuk ve gençler başta olmak üzere bireylerin, giderek çeşitlenen suç davranışlarını öğrenmeleri ve suça yönelmelerinde medyanın birinci sırayı aldığı bilinmektedir. Bunun için kimi ülkelerde şiddet görüntülerine ciddi kısıtlamalar getirilmiştir. Zira toplumun kültüründen uzak, uçtaki hayatları sergileyen diziler, taraflı haberler, en açık detaylarıyla şiddet görüntüleri, algıları yanıltan reklamlar, aslı olmayan gazete haberleri, mahremlere giren köşe yazıları, bizi gereksiz yere uğraştırıyor, psikolojik olarak savunmasız hale getiriyor, sanal âleme yönelterek kendimizi arama ve bilme yolculuğunu engelliyor.
Bencil Medya
Birey ve toplumun haber alma özgürlüğünü zedelemeden medyanın, özellikle ruh sağlığı üzerindeki etkisi, katkısı ve sınırlarını yeniden ele almak gereklidir. Daha da önemlisi medyanın, bir kurum ve marka olarak kendisini ve tarafını değil, toplumun ortak değerleri ve genel iradesini temsil etme potansiyeli yeniden tartışılmalıdır. Çünkü günümüzde medya, bilgilendirme işlevini aşıp kişisel özgürlüğe, kararlara ve yaşama biçimine müdahil olarak bireyi ve toplumu etkileme gücünü arttırmaktadır.
İnsanın, hem kendi başına var ve özgür olma, hem de diğer insanlarla birlikte olma ihtiyacı vardır. Zıt gibi görünen bu ihtiyaçların giderilmesi, toplumun kültür, ahlak, adalet gibi temel değerleri tarafından uzlaştırılır. Böylece toplum bireyi, birey de toplumu etkiler. Burada temel amaç; toplumun çıkarları için bireyin, bireyin çıkarları için toplumun zarar görmemesidir.
Toplum içinde yaşamaya başlayan insanın eşit ve özgür varlığını yitirdiğini, bu özgürlüğün yeniden sağlanması için toplumsal bir sözleşmeye ve bunu yönetecek genel iradeye ihtiyaç olduğunu belirten düşünür Rousseau’nun, ‘genel irade’ kavramı, bugün daha çok eleştirilmektedir. Zira genel iradeyi kimin temsil edeceği ve neyi merkeze alacağı, yıllardır tartışılmaktadır.
İnsan Odaklı Medya
Ülkemizde de medya, genel hatlarıyla benzer görüntüyü vermektedir. Kuşkusuz istisnalar var. İnsanın geçmişiyle bağ kurmasını sağlayan diziler, bilgilendirici yarışmalar, insani derinlik yolculuğuna çıkaran ve insanlık halini ortaya koyan söyleşiler, doğadaki insanı ve ömrümüzün nasıl geçtiğini resmeden belgeseller, gerçeğin sesi köşe yazıları var. Ama yetersiz. Bir insani krizin yaşandığı günümüzde insan odaklı ve ruhlara dokunan bir medya anlayışına her zamankinden daha büyük ihtiyaç olduğu açıktır.
Genel iradenin temsilcilerinden olan medyanın, temel bir ilke olarak ‘ben’lerin, ailelerin, şirketlerin, siyasi partilerin, cemaatlerin, inanç sistemlerinin değil, toplumu oluşturan bütünün ali çıkarlarını merkeze alması şarttır. Toplum, bireylerden oluştuğuna göre medyanın; âlemi kendi şahsında temsil eden insana ve onun temel değerlerine taraf olması ve şartlar ne olursa olsun hakikatin temsilcisi olması gereklidir.
Ve son olarak medyanın; eşsiz bir mücadeleyle kurulmuş ve eşsiz mücadelelerle varlığını sürdüren devletimizin, bin yılların kültürünü omuzlarında taşıyan toplumumuzun, milli ve manevi değerleri ile cumhuriyet değerlerini ve bilimsel düşünceyi oluşturan bütünlüğüne taraf olması elzemdir.