Kadim Hint söylencelerinde yer alan, bilindik bir hikayedir. Altı kör adam fil diye bir canlının varlığından haberdar olurlar. Dokunarak bu yaratığı anlamaya çalışırlar.
Birincisi filin karnına dokunur. Fil dediğin duvar olsa gerek diye düşünür. Bir diğerinin şansına filin dişi düşmüştür. Ona göre fil mızrak gibi bir şeydir. Hortumu tutan üçüncü kendinden son derece emindir. Fil olsa olsa yılandır. Filin bacağına dokunan dördüncü zekice sırıtır. Fil dediğin ağaçtan başka bir şey değildir.
Kulaklara dokunan beşinci, Hindistan’ın sıcak havasında filin yelpaze gibi bir şey olmasından memnun olur. Fil serinletici bir şeydir. Kuyruğa dokunan altıncı, filin bir canlı olduğundan çok emin değildir. Fil dediğin olsa olsa bir halattır.
Herkes haklı, herkes haksızdır. Gören bir göz için körlerin bu hali traji komik bir haldir. Oysa körler kendinden çok emindir.
Maddenin doğasına ilişkin ilk tartışmalar 17. YY’ın ortalarında kadar gider. İki yakın dost olan Hollandalı Christiaan Huygens ve okul sıralarından geçmiş olan hemen herkesin bildiği İngiliz Isaac Newton ışık ve maddenin doğası bağlamında ikilik fikrini ilk defa tartışan bilim insanlardır. 1800’lerin başlarında Thomas Young ‘’Çift Yarık Deneyi’’ olarak adlandırılan ilk deneyi yapar. Deney malzemesi güneş ışığıdır ve deney sonucuna göre güneş ışığı bir dalga gibi hareket etmektedir. Gelişen teknoloji ile beraber, çift yarık deneyini elektronlarla ilk defa yapma onuru 1961’de Claus Jönsson’a nasip olur.
Deneyin uygulanışına ilişkin detaylara ulaşmak zor değil. Ancak deneyin sonuçları hem yukarıdaki fil hikayesi ile hem de bireyler olarak bizle, toplumla ve hayat ile fantastik derecede ilintilidir! Bir parçaçık olarak tanımlanan elektronlar, izlenmedikleri zaman dalga boyu gibi hareket ederlerken, izlendikleri zaman sanki izlendiklerini biliyormuş gibi, madde gibi hareket etmektedirler. Gözlenen nicelik, dalga boyu fonksiyonu özelliğini çökertmektedir.
Filin orasını burasını tutarak hakikati keşfettiğini düşünen körlerin zavallı cehaletleri, gören için kimi zaman şükrettirici bir sebep, kimi zaman bir fıkra hükmündedir. Peki fili gören çok bilmiş için, madde olarak algıladığı fili oluşturan kuantum parçacıklarının üstlerine ışık düşmediği vakit bilimsel olarak dalga boyunda olmaları nedir? Görme duyusu ile fili açık ve seçik gören bir adam, gerçekten de hakikati mi, yoksa hakikatin sadece madde halini mi görmektedir? Sahi, laboratuvar ortamında da ispatlandığı üzere… Hakikat aslında nedir?
Bugün içinde yaşadığımız hayat ve parçası olduğumuz sosyoloji, üzerine ışık düştüğünde ancak madde olan şeyin peşine düşürür bizi. Elle tutuluyor, gözle görülüyorsa hakikat budur. Hakikat güçtür, hakikat paradır, hakikat hakikat diye yutturulan cahilce bir öğretidir. Hakikati ancak dokunduğu kadarı ile tanımlayabilen körler ülkesinde, filin en çok bir yerlerini tutabilen, bu zavallı körler ülkesinin efendisidir.
Gerek kadim insanlık hikayeleri anlatıyla, gerekse de bilim deneylerle açıkça ortaya koymaktadır. Birilerinin bizlere hakikat diye sunduğu şeyler, bilgiden bihaber bizlerin cehaletini manipüle ederek bizlerin algılarını yönetmekten başka hiç bir şey değildir. Kendi kör algısı ile fakrın malumatından bihaber olanların kendilerine ve algıladıklarına olan sarsılmaz itimatları, gören gözler için dedik ya, traji-komiktir.
Fili tam olarak görüp tanımlayabilen bile fil hakikatinin ancak bir tarafına vakıf olabilirken, aynı filin bir organını tutarak başka organlarını tutanları öteki olarak nitelemek, ötekileştirmek… Kadim hikayelere de, bilime de, akla da, dine de terstir. İnsana olan yakışan, sonsuz bilgi ışığından kendi nasibine düşeni ilah edinmek değil, o ışığı kardeşiyle birleştirip algılar dünyasında hakikati bir nebze ya da bir anlık da olsa, kavrayabilmektir.
Bu vesile ile Ramazan Bayramınızı tebrik eder, birbirimizi ötekileştirmediğimiz, milletçe ‘’bir’’ olarak hakikat yolculuğuna çıkacağımız günleri Yaradan’dan hepimiz için niyaz ederim.