Pişmaniye ile olan ilk irtibatım, bir yaz tatilinde İstanbul'dan memlekete ziyarete giderken otobüsün içinde pişmaniye satan adamın hiç unutmadığım o satış sloganı ile olmuştu.
“Bir yiyen pişman, bir yemeyen pişman… Pişmaniyee”. Hem yiyeni, hem yemeyini pişman eden yiyeceğin tadını altı yaşında olan her çocuk çılgınca merak ederdi, sanırım. Annem beni kırmamış, bir paket almıştı. Çocukluk algısının naifliği ile ağzıma attığım o ilk pişmaniyenin lezzetini bir daha saray helvasında bile bulamadım. Bunu yiyen niye pişman olsundu ki? Dünyanın en güzel tatlısı! Üç dört tane arka arkaya gömüp otobüs muavini suyu getirmekte gecikince anladıydım, meseleyi. Satıcı adam haklıydı. Yiyen de pişman olabiliyordu.
Seçim sonuçlarının görünen hali de biraz pişmaniye yemek gibi. Bir kazanan pişman, bir kazanmayan. Hoş taraflara sorsan, her seçimde olduğu gibi, kaybeden kendileri hariç diğerleri! 1991 yılında Nobel Ekonomi Ödülü de alan ünlü İngiliz ekonomist Ronald Coase’nin ifade ettiği gibi… “Siz veriye yeteri kadar işkence edin. Sonunda duymak istediğiniz her ne ise, size itiraf edecektir.”
Seçime ilişkin tartışmaları bir kenara bırakırsak, bizim açımızdan bu seçim sürecinde sosyal medya platformlarında aktif kullanıcı olan seçmenlerin düşünce şekilleri ve tutumlarına ilişkin içgörü analizleri yapmak mümkün oldu. Gerek seçim kampanyası sürecinde, gerekse de seçimlerden sonraki süreçte tarafların gerek kendi seçmenlerini konsolide etmek, gerekse de karşı tarafı kendi düşüncelerine ikna etmek için kullandıkları bilimsel verilere seçmenlerin gösterdiği tepkiler, bu anlamda dikkate almaya değer önemli içgörüler sundu.
Yayınlanan bilimsel analizlere, hangi siyasi düşünceden olursa olsun, sosyal medya mensuplarının gösterdiği tepkiler çok net. İnsanlar bilimsel verilere itimat etmiyor. Dahası, her verinin altında bir hinoğluhin arıyor. Herhangi bir konu hakkında iki video izleyip üç makale okuyan birisi, ilgilendiği konuya ilişkin bilgi aldığı kaynakların bilimsel temellerini bile sorgulama zorunluluğu hissetmeden, bu konuya yıllarını vermiş uzmanlara ders verecek özgüveni çok rahatlıkla kendisinde buluyor. Görünen o ki, uzmanlığın ve bilginin saygınlığı geçen zamanla beraber yıpranıyor, yok oluyor.
Bu durum sadece bize özel bir durum değil. Misal, 2018 başlarında yapılan bir çalışmaya göre Avrupa’da kızamık vakalarında yüzde 400 artış meydana geldi! 2017 yılı içinde İngiltere ve Danimarka’da kızamık salgınına yönelik kriz masaları oluşturuldu.
2000 yılı başlarında dünya genelinde neredeyse bitirilen kızamık hastalığının yeniden gündem olmasının altında yatan nedenlerle, Türkiye’deki seçmenin veriye olan tutumu arasında çok önemli bir ilişki var. Nitekim, gelişmiş Batı ülkelerinde ve bu arada tabi ülkemizde, kızamık aşılarının otizme neden olduğuna ilişkin internet kaynaklarını okuyan yığınlar, ilaç firmalarının gelecek nesilleri kasıtlı ve bilinçli olarak öldürmeye ya da sakat bırakmaya niyetli olduklarına kani olmuş vaziyetteler. Hal böyle olunca, arkasında sayısız çalışmanın olduğu bilimsel sonuçların halk gözünde değeri yok.
Benzer şekilde, ABD’de 2006 yılında yapılan bir araştırmaya göre Amerikan halkının yüzde 41’nin yüksek öğretim ve bilimsel analize güveni tamdı. Sadece 8 sene sonra, 2014’te yapılan benzer içerikli çalışmaya göre ise bu oran sadece yüzde 14!
Gerek ülkemizdeki seçim sürecinin, gerek Batı’da aşılara karşı tutunulan tutumun ve gerekse de ABD’de yapılan çalışmaların bize gösterdiği bir husus var. İnsanlar bilime ve uzmanlığa karşı duydukları güveni hızla yitiriyor. Bunun en birinci sebebi, internet yoluyla bilgi kaynaklarına ulaşmanın kolaylığı. Nitekim, hakkında bilgi talep ettiğiniz bir konuya ilişkin arama moturu kanalı ile yapacağınız bir araştırma, size sınırsız bilginin kaynağını açıyor.
Ancak, önünüze gelen bilgilerin sıralamasında arama motorlarının algoritmaları bilimsel dayanak noktalarını önceleyerek sonuçları getirmiyor. Birisi internette bir blog oluşturuyor. Sonra yeteri kadar para harcayarak bu bloğunun reklamını yapabiliyor. Bir de üstüne arama motoru optimasyonlarını da gerektiği gibi yaptığı takdirde, bingo! Bilgi arayanın karşısına en önce bu bilgiler çıkıyor. Parayı veren düdüğü çalıyor. Arama motorları hayrat değil, kar etmek zorunda.
Hele bir de bu mesnetsiz bilginin arkası, yine mesnetsiz bir çok bağlantı ile desteklendi mi, kızamık aşısı konusunda siz artık bir uzman kesiliyorsunuz. Kızamık aşısı otizm hastalığına sebep oluyor. O zaman çocuğumu korumalıyım. Aşı yaptırmayacağım. Sonuç? Kökü kurutulmakta olan bir salgın hastalığın yeniden ortaya çıkışı. Ve arada size satılan “yüzde 100 organik çözümler!”.
Bir önceki yazımızda, seçimlerimizi daha çok duyguları yöneten limbik sistemle yaptığımızı, bu seçimlerin tutarlı seçimler olabilmesinin yolunun kortekse yakınsanması gerekliliği olduğunun üzerinde durmuştuk.
İster konu kızamık aşısı olsun, ister siyasi seçimlerde oy verilecek parti. Karar alma sürecinde bilimsel mesnede ilişkin bireysel yapılacak çalışmaların dayanağının ne kadar bilimsel olduğunu anlamak ve doğru bilgiyi safsatadan ayırmak yeni çağın ciddi öncelik gerektiren bir becerisi. Bu bağlamda, dijital okuryazarlık becerisinin tüm halka ancak herşeyden ve herkesten önce çocuklarımıza kazandırılması bir tercih olarak değil, bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.