Gelinliğin tarihçesini incelediğimizde başlangıcının tahminimizden çok daha önceye, bin yıllar öncesine gittiğini görüyoruz.
Gelinliğin tarihçesini incelediğimizde başlangıcının tahminimizden çok daha önceye, bin yıllar öncesine gittiğini görüyoruz. Gelinliğin ilk örnekleriyle Eski Mısır döneminde karşılaşıyoruz. Beyaz renkli keten kumaşların kat kat birleştirilmesiyle oluşan elbise o dönem gelinlik olarak kullanılıyordu.
Antik Yunan geleneğinde de kadınlar gelinlik olarak beyaz kumaştan hazırlanan kıyafetleri giyiyorlardı; çünkü kültürlerinde beyaz renk kutlamayı ve mutluluğu temsil ediyordu, kadınlar bu beyaz elbiselerle mutluluklarını sergilemiş oluyorlardı. Roma’da ise, genç kızlar gelinlik için sarı rengi tercih ediyorlardı. Evlilik törenlerinde, gelinliğin yanı sıra yine sarı renkten bir peçe takıyorlardı, çünkü peçe evli ve bekar kadınların ayırt edilmesini sağlıyordu. Genç kadınlar ilk kez düğünlerinde peçe takmaya hak kazanıyorlardı.
Tarihte ilerleyip Ortaçağ dönemine geldiğimizde; Avrupa’da gelinlik için belirlenmiş belli bir renk olmadığını görüyoruz. Renklerin, gelinlik namına sembolik bir anlamı olmadığı için, bu dönemde gelinlik seçiminde önemli kriter kumaşlar oluyor. Kumaşın kaliteli olması ve elbisenin gösterişli görünmesi ideal gelinliği ortaya çıkarıyor. Bunun sebeplerini incelediğimizde; estetik zevkin ve modanın ötesinde başka toplumsal ve ekonomik sebeplerle de karşılaşıyoruz. Ortaçağ döneminde evlilikler, birbirini seven veya birbirini seçen iki kişinin birlikteliğinden çok ekonomik ya da siyasi temelli anlaşmaları yansıtıyordu. Özellikle ekonomik düzeyi yüksek olan ya da mevki sahibi aileler arasında; çocuklarının evlenmesi bir iş ortaklığının ya da farklı politik ittifakların başlangıcı ve temsilcisi sayılıyordu. Bu sebeple, yapılan düğünler sadece gelinin ve damadın değil, aynı zamanda ailelerin de temsili olarak kabul ediliyor; gelinlerin ailelerinin statüsüne yakışır gösterişte ve güzellikte gelinlikler giymeleri gerekiyordu. Kürkler, mücevherler, ipek kumaşlar ailenin zenginliğini topluma göstermek için bir araç sayılıyordu. Üst sosyal sınıfa mensup genç kızlar gelinliklerinde en kaliteli, en pahalı, en gösterişli kumaşları seçerken; maddi durumu buna uygun olmayan orta ya da alt sosyal sınıfa mensup gelinler sahip oldukları en güzel, en kaliteli elbiseyi gelinlik olarak kullanıyorlardı.
Geçmişteki gelinlikler konusunda, odağımızı doğuya çevirdiğimizde farklı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Kumaşları, özellikle de ipeğiyle ünlü iki ülkede, Hindistan ve Çin’de, görkemli elbiseler hem geçmişte hem günümüzde tercih ediliyor. Ancak bu iki kültürde renk de önemli bir rol üstleniyor. Geçmişte uzun, kırmızı elbiseler her iki kültürde de tercih ediliyor. Çin’de şans getirdiğine inanılan kırmızı renk, günümüzde yerini evrensel hale gelmiş beyaz gelinliğe bırakırken; Hindistan’da parlak renkli kaliteli kumaşlardan yapılan geleneksel kıyafet “sari”, beyaz gelinliğin yanında yerini korumaya devam ediyor.
Osmanlı dönemine baktığımızda, kültürün gelinlik seçiminde etkisi olduğunu görüyoruz. Bekar genç kızların evlilik öncesinde gösterişli kıyafetler giyinmeleri toplum tarafından uygunsuz ve ayıp karşılandığı için; genç kızlar evlilik törenine kadar sade kıyafetler tercih ediyor, dışarı çıktıklarında dikkat çekmemeye çalışıyorlardı. Evli kadınların süslü giyinmeleri konusunda bir engel yoktu; bu sebeple genç kızlar düğün törenlerinde daha şık elbiseler seçiyorlardı. Cumhuriyet dönemi sonrasında toplumsal kurallar hafiflemekle beraber tam olarak değişmediği için, bu durum yakın tarihe kadar böyle devam etti.
Osmanlı döneminde toplumun farklı kesimleri tarafından tercih edilen gelinliklere baktığımızda; Ortaçağ dönemine benzer bir sınıfsal farklılıkla karşılaşıyoruz. Ortaçağ’dan farklı olarak toplumun farklı kesimlerindeki gelinlik tercihi kendini renkler üzerinden gösteriyor. Toplumun en üst kesimi sayılan saray hanedanı üyeleri, gelinlik konusunda kırmızı rengi seçerken; tüccarlar, çiftçiler ve diğer sosyal gruplara mensup kadınlar farklı renkte gelinlikler giyiyorlardı. Osmanlı’da beyaz renkte gelinlik giyen ilk kişi 1898 yılında Kemalettin Paşa ile evlenen 2. Abdülhamit’in kızı Naime Sultan’dı. Naime Sultan’la başlayan beyaz gelinlik giyme adeti, Cumhuriyet dönemiyle beraber iyice yaygınlaştı ve günümüze kadar taşındı.
Dünya tarihine baktığımızda, ilk beyaz elbisenin 1499 yılında XII. Louis ile evlenen İngiliz Anne tarafından giyildiğini görüyoruz. Anne’den sonra 16. yüzyıl boyunca genç kızların düğünlerinde giymeye başladığı beyaz elbise 19. yüzyıla kadar tam olarak popüler olamıyor; çünkü soylu ailelerin kızları düğünlerinde kırmızı ya da parlak gümüş rengi elbiseleri tercih etmeye devam ediyor. 19. yüzyıla geldiğimizde ise durumun değiştiğini görüyoruz. 1840 yılında Prens Albert’le evlenen Kraliçe Victoria, o zamana kadar kraliyet düğünlerinde tercih edilen gümüş renkli gelinliği giymeyi reddediyor ve onun yerine tamamı saten beyaz kumaştan hazırlanmış, beş buçuk metre kuyruğa sahip son derece gösterişli bir gelinlik giymeyi tercih ediyor; böylece günümüzde hala takip edilen beyaz gelinlik modasını başlatmış oluyor. Bu görkemli düğünden sonra Avrupalı yazarlar ve şairler övgü dolu metinler yazıyor ve beyaz rengi masumiyetin simgesi ilan ediyorlar. Tamamen estetik sebeplerle yapılmış bu tercih, böylece sembolik bir anlam da kazanıyor ve beyaz gelinlik günümüze kadar ulaşıyor.
Kaynak : Akay Gelinlik