Futbol ülkemiz gündeminin her dem birinci sırasında yer almıştır.
Günümüzün her saatinde nerede olursak olalım aklımızın bir ucunda hep futbol vardır. Sosyal yaşamımızı ona endekslediğimiz gibi, uğruna “asla vazgeçemeyiz” dediğimiz hayallerimizden bile vazgeçtiğimiz olmuştur. Ekonomimizi bile ona göre düzenlediğimizi de göz ardı etmeyelim.
Dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi bizde de futbol bir sanayi kadar önemli, toplumsal bir olay ve de çok iyi yönetilmesi gereken bir olaydır. Her önemli olayda olduğu gibi, iyi yönetilmesi gerekir. Bir çok oluşumdan çok daha vahim sonuçlara yol açacağından çok daha iyi yönetilmesi gereken, genelde fanatizmle beslenen, sosyal kitleleri peşinden sürükleyebilen, zaman zaman kontrol edilmesi oldukça da zor olan toplumsal bir oluşum ve o toplumsal oluşumun içinde ürkütücü, her an kontrolden çıkabilecek bir ekonominin içinde yuvalanan finansal bir hastalık gibidir. Nerede ne zaman sorun yaratacağı, tamamen duygusal ve de fanatizmin dayanılmaz hafifliğinin önünde savrulan bir toplumsal hezeyanın öne çıkmasıdır.
Tüm bunları bünyesinde barındıran, zaman zaman kontrolden çıkmaya meyilli bir sosyal sınıfın egemenliğindeki bir dünya starı spor dalıdır. Nerede olursa olsun, merkezi kurallarla yönetiliyor olsa da, iklim ve ülke şartlarına göre değişim gösterir. Yarattığı sanal tepki dalgalarını büyükçe alanlara yayabilen büyük bir toplumsal olaydır. Dünyanın tam olarak görsel şova dönüştürdüğü futbol; iyi ve planlı yönetilmesi gereken takım sporlarından olmasının çok ötesinde, zaman zaman kontrol edilemez, yoğun heyecan, adrenalin yaratabilen spor dalıdır.
Dünya Futbolu; FIFA’nın merkezi yönetimindedir. Ona bağlı olarak Avrupa Futbolunu yöneten UEFA’nın temelinde Ulusal Federasyonların bölgesel yönetimindedir ama, FIFA’nın oluşturduğu genel kural ve mevzuatlar çerçevesinde, hem ekonomik hem de sportif açıdan yönetilir ve sürekli denetlenir..
Büyük organizasyonların kontrollü yönetimlerinin yanı sıra, her an devreye girebilecek şekilde hazırlanmış kriz yönetimleri vardır ve iyi bir kriz yönetimi; anlık müdahaleleriyle büyümeye yönelik bir çok olayı fazla hasar vermeden önleyebilmiştir.
Futbol, ucu açık birçok toplumsal olayı da bünyesinde barındıran muhteşem bir spor organizasyonudur. Buna karşın; özellikle duygusallıkla beslenen fanatizmi, sıkı sıkıya bağlı takımdaşlığı, taraftarlığı, taraftarı olduğu kulübe bağlılığının tek ölçütü, varsa yoksa sportif başarılara endekslidir. Taraftarın kontrol edilebilmesi bu sportif başarının varlığına ve her zaman hazır olan kriz yönetiminin aktifliğiyle sağlanabilir.
Futbolda kriz yönetimi ile ilgili olarak gerek ulusal ve gerekse uluslararası alanda yapılan bir takım araştırmalar, bu konudaki etkin mevzuat düzenlemelerin önünü açmıştır.
Bu konuda özgün araştırma verileri ve akademik tanıların desteğinde yapılan iyi tezlerden birinde; İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Yıldırım’ın “Futbol kulüplerinin ve taraftarların krizlere bakış açısını ortaya koymak üzere” hazırlamış olduğu doktora tezinde, birbirinden sürpriz sonuçları ortaya çıkardı.
Araştırma sonuçlarında; Türkiye’de farklı takımı destekleyen 686 taraftarın katıldığı ankete göre, taraftarların yüzde 53’ü kulüplerinde kurumsal bir yönetim olduğuna inanmıyor. Taraftarın yüzde 64’ü ise kulüplerinin “iyi yönetilmediğini düşünüyor”. Kendisini “fanatik” olarak tanımlayan taraftarlar takımlarını her durumda desteklerken, kendilerini “sporsever” olarak tanımlayanlar ise kulüpten ve taraftardan kaynaklanan kriz durumlarında kulüplerine karşı “aidiyet sorunu” yaşıyor. Özellikle kulüp yönetimlerine karşı taraftarın “güvensiz olduğu” bulgusu önemli verilerden biri.
Taraftarların herhangi bir şike durumunda kulüplerine “daha sıkı bağlandığı” ortaya çıktı. “Kulüp itibarı mı yoksa sportif başarı mı?” diye sorulan soruya taraftar; “önce kulüp itibarı” dedi. Araştırmaya katılan taraftarların yüzde 75.3’ü takımının galibiyetinin günlük yaşamını olumlu etkilediğini belirttiler.
Bir dönem ülkemizin gündeminin yıllarca ilk sırasında yer alan Şike Konusu’nda sorulan sorudan da şaşırtıcı bir bulgu elde edildi. “Kulüp yönetiminin şikeye karıştığı ispatlansa da kulübe desteğin azalır mı?” sorusuna verilen yanıta göre taraftarların yüzde 67’si kulüplerine desteğini bırakmazken, yüzde 19’u ise kulübüne desteğini çekeceğini belirtti.
Türkiye’de özellikle “Dört Büyükler” olarak adlandırılan kulüplerimizin her konuda en büyük destekçilerinin “fanatik” olarak da tanımlanan taraftarlarının olduğunu biliyoruz.
Tezde yer alan ankette; “taraftar Kulüp ilişkisi” de soruldu; “Kulüp yönetiminin taraftarla sürekli diyalog kurması önemlidir” diyenlerin oranı ise yüzde 90.
Ankette yer alan sorulara verilen yanıtlarda; taraftarların önemli şikayetlerinde; “futbolcuların düzensiz yaşamları olduğu” dile getirilmiş. Taraftarların yüzde 71’i “futbolcuların aşırı gece hayatı”ndan şikayet ediyor. Aynı zamanda futbolcuların karıştığı skandallar da taraftarın futbola karşı sevgisini etkiliyor.
Araştırmada, taraftarların sahalarda aşırıya kaçan şiddet olaylarından, küfür, sahaya yabancı madde atmalarından, sahada oynanan futbolun bu şekilde kesintiye uğratılmasından şikayetçi oldukları da dile getiriliyor. Tüm bunlar önemli oranda bir bölüm futbol seyircisinin “futbola olan sevgisini” olumsuz etkilediği sonucunu ortaya çıkarıyor. Bu tür nedenler ve güçlü taraftar iletişiminin kurulamamasının yol açtığı önemli sonuçlardan biri de; statlara giden taraftar sayısında önemli azalmanın olması.
Derinlemesine görüşme tekniğiyle, “Futbol kulüplerine yönelik yapılan niteliksel araştırma”nın bulguları da; Türk Futbolunun ve Kulüpleri’nin geleceği açısından önem taşıyor. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Kasımpaşa kulüplerinin “iletişim departmanlarını kapsayan araştırma”da kulüplerin, yaşanabilecek krizlere karşı hazırlıksız olduğu, sosyal sorumluluk, etkinlik yönetimi, taraftar iletişimi, topluluk iletişimi, lider iletişimi, medya ilişkileri gibi temel halkla ilişkiler fonksiyonlarının planlanmadığı ve uzun süreli iletişim faaliyetlerinin olmadığı ortaya çıktı. Kulüp iletişim direktörleriyle yapılan mülakata göre, kulüplerin “bir kriz planı”nın da olmadığı ortaya çıktı. Doğrudan itibarı etkileyen krizlerde, herhangi bir taraftar krizinde kulüplerin, günlük ve reaktif bir stratejiyle hareket ettiği bulgusu elde edildi. Kulüpler; “itibar yönetimi”, “imaj yönetimi” ve “kurumsal iletişim” konusunda da etkin ve planlı olmadıkları gözlendi.
En önemli sonuçlardan biri ise; Süper Lig Kulüpleri genel olarak başkan merkezli kapalı bir sistemde yönetiliyor. İletişim departmanlarının durumu aktif değil. Medya ilişkileri ve sosyal medya yönetimi; merkezi bir yönetim stratejisinin katı yönetiminde yürütülüyor.
Bazı kulüplerde etkin ve yeterli iletişim departmanlarının olmadığı gözlendi. Elde edilen önemli bulgulara göre de; genelde kulüplerde “medya ile ne kadar az iletişim kurulursa o kadar iyi” görüşü hakim.
Tüm bunlardan bir çoğu yaşanaların ortaya koyduğu bilnen gerçelkerdi ama genelde Başkan yönetimine bağlı bir yönetim düzeninde anlık patlayıp medyanın diline düşen ama her nedense sabun köpüğü gibi parlayıp sönen söylentinin ötesine gidemeyen gerçeklerdi.
Kulüplerimiz, kurumsallaşma konusunda gereken adımı atmakta zorlandıkları bilinen bir gerçek. Yapıdaki kurumsallık, yönetim biçimindeki çağdaşlık, herhangi bir krizde devreye girebilecek bir kriz yönetiminin olmaması, artık ekonomik yapısıyla da şartları zorlayan bir sektöre dönüşen futbolumuz için önemli bir kaos.
Son yıllarda sportif başarı için kontrolden kaçan finansal düzensizliğin, başımıza ne işler açtığını herkes biliyor artık. UEFA bir çok kulübümüzün “demoklesin kılıcı gibi” tepesinde, nefes aldırmıyor.
Belli ki, bu konuda da Futbolumuzu Yönetenler’in elinde etkin bir kriz yönetim planımız yok. Umarım İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Yıldırım yaptıği bu ve bunun gibi akademik araştırmalar çok daha dikkatle okunur, değerlendirilir ve futbolumuz daha çağdaş, kurumsallığı yerleşmiş bir yönetim biçimine kavuşturulur ve bu konudaki eksikleri giderilir.
Ve bizler de; “Futbolumuz nereye?” endişesini yaşamaz ve benzeri soruları sormak durumunda kalmayız.