Bakan Çelik, tarım ve hayvancılıkta atılacak dev adımları açıkladı. Gıda savaşlarının dünyayı beklediği görüşünde

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ile Milli Tarım Projesi’ni konuştuk. Bakan Çelik, tarım ve hayvancılıkta atılacak dev adımları açıkladı. Gıda savaşlarının dünyayı beklediği görüşünde. Kamuoyunda günlerdir tartışılan palmiye yağı konusunda ise bakanlığın oluşturduğu bilim heyetinin çalışmalarını tamamlar tamamlamaz neticeyi paylaşacaklarını söyledi.

TOPRAKTAN SUYA, SUDAN GÜBREYE, HAYVANCILIĞA KADAR YENİ DÖNEM

*Milli Tarım Projesi oluşturuldu.

Tarım sektörü dinamik, sürekli yeniliğe, gelişime açık bir sektör. Eğer, zamanı içinde gerekli önlemler alınmazsa, toplumsal beklentiler, artan nüfus ve iklim değişiklikleri çerçevesinde dezavantajlara yenik düşülür. Bunun için de tarımda yerli yerinde, zamanında gerekli önlemleri almak gerekiyor. Milli Tarım Projesi bunları içeriyor. 150 milyar dolarlık tarımsal hasıla, 40 milyar dolarlık ihracat hedeflerini koymuşuz. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için tarımda üretimin, arzın mutlaka artması, mevcut olan araziyi verimli hale getirmek gerekiyor. Bu verimliliğin, kalitenin sağlanmasının koşutlarını, nelerde iyileşme olması gerektiğini, temel konuları ele aldık. Bitkisel üretimdeki temel girdilerle, hayvan varlığımızın kendi kendine yeterli olacak düzeye gelmesi için, hayvancılık ve bitkisel üretimin tüm alt verilerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi, bunları geleceğe daha verimli, kendi kendine yeterli olabilecek ve dünya pazarlarına açılabilecek bir noktaya taşınması amacıyla oluşturduğumuz konseptin tümüne Milli Tarım Projesi adını verdik.

*Neler yapılacak?

Temel konulardan bir tanesi toprak. Toprak sağlıklı değilse verim elde edilemez. Toprak suyla yeteri kadar buluşmuyorsa yine verim elde edilemez. Toprağı besleyecek gübre toprağı beslemiyorsa o da bir sorun. Tarımsal ana girdilerde, gerek mekanizasyon gerekse mazot gibi girdilerde çiftçi rahat değilse üretimden kaçış veya yeteri kadar üretim yapamama tablosu ortaya çıkar. Tarımda istenilen verimin elde edilebilmesi için toprağa konulan tohum da çok önemli. Topraktan suya, sudan tohuma, gübreye, mazota ve temel girdilere kadar temel konuları belirledik. İkinci ayağı hayvancılık konusu. Hayvancılıkta bizim kırmızı et açığımız var, kırmızı ette ciddi tüketim var. Kırmızı etin üretimi son derece önemli.

941 HAVZAYA CHECK-UP

*En acil atılacak adımlar neler?

Acil konuların tümünü belirledik. Bütün topraklarımızı, üretime katmamız gerekiyor, bunun için yasal düzenlemeyi Meclis’e gönderdik. Bütün topraklar, arazi ekilecek. Bizim yem bitkileri ithalatımız var. Bu yem bitkileri ithalatının olmaması için bütün tarımsal arazilerimizin en verimli şekilde kullanılması gerekiyor. Arazisi var ama ekmiyorsa, biz ekeceğiz, kirasını vereceğiz. Atıl bir yer bırakmayacağız. Aynı şeyi meralar için düşünüyoruz. 14 milyon hektar mera var, bu meraların yüzde 85’i niteliksiz. Şimdi, hayvancılık yapanlara, “buyurun, hayvancılık yaptığınız sürece bu meraları ekebilirsiniz, silajlık mısır, yonca ekebilirsiniz” diyeceğiz. Böylece, o atıl kapasiteyi de, yem ithalatını durdurmak ve hayvancılığa destek anlamında devreye sokacağız. Milli Tarım Projesi’nin en önemli ayaklarından bir tanesi, havza bazlı destekleme modeline geçmek. Türkiye’yi 941 havzaya ayırdık, 941 havzanın neleri üretmeye uygun olduğunu belirledik. Şu anda, 2017’den itibaren 941 havzanın niteliklerine göre ekim yapılmaya başlandı. Hangi toprak hangi tohumla buluşacak bunu tespit ettik. Hemen arkasından 941 havzada hangi gübrenin kullanılması gerektiği ile ilgili havza bazlı gübre tespit çalışmasını başlattık. Her havzaya adeta check-up yaptık, insan vücudunda nasıl kan tahlili yapılıyorsa, toprağın da tahlilini yapıyoruz. 941 havzada nasıl bir gübre kullanılması gerektiği, toprağın hangi elementlere ihtiyacı olduğunu belirlemek için bu çalışmayı yapıyoruz. 300 havzanın toprak analizini yaptık. Hangi gübrenin kullanılacağını da içeren her havzaya göre 941 kılavuz hazırlayacağız. İki hedefimiz var, birincisi gübreyle toprağı daha verimli kılmak, ikincisi o toprakta hangi ürünün üretildiğinde verim artacaksa o toprağa o ürünün tohumunu atmak. Böylece, verimimiz önümüzdeki yıllarda artacak.

2018 YILINDAN İTİBAREN SERTİFİKALI TOHUM ZORUNLU

*Sertifikalı tohum uygulamasının zorunlu hale gelmesine çiftçiler hazır mı?

2018 yılından itibaren sertifikalı tohum kullanılacak. Sertifikalı tohum elimizde var ama yeterli değil. Bir yıl süremiz var. Sertifikalı tohum olursa verim artacak. Ürününe göre, yüzde 30 da artabiliyor, yüzde 300 de artabiliyor. Mesela, mısırda yüzde 300 fark ediyor. 10 kilo ürün elde edileceğine, 30 kilo elde edilecekse, 100 kilo elde edileceğine 300 kilo elde edilecekse niye sertifikalı tohum kullanmayalım? Geleneksel bir yaklaşımla modern tarımcılıktan bahsetmek mümkün değil. 2018’den itibaren tarımsal desteklerden yararlanmak istiyorsa sertifikalı tohum kullanacak.

*Tarımsal destek için başka şart aranacak mı?

Sulama. “Su yok, kuraklık var” deniyordu, su getirdik, barajlar, göletler yaptık, şimdi bilimsel kullanılmadığı için su toprağı aldı götürdü, çoraklaştı. Şimdi, çoraklaşan toprakları tekrar kazanmak için drenaj projeleri yapılıyor. Önümüzdeki yıllarda damlama sulama ve yağmurlama sulama desteklemenin şartı olacak. Sertifikalı tohum, damlama ve yağmurlama sulama ile birlikte destekleme politikalarını yürüteceğiz.

*Sertifikalı kendi tohumumuz var mı? Tohum sertifikalı olacak diye İsrail’den tohum mu alacağız?

Hububatta, buğday, arpa, mısır, yulaf gibi ürünlerde yüzde 80 tohum imkânımız var, kendi tohumumuzu kendimiz karşılıyoruz. Sebzede yüzde 45-50’ler arasındayız, sebze tohumunda üretimimiz düşük. Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (TİGEM) damızlık hayvan yetiştirmek ve tohum yetiştirmek gibi iki önemli görevi var. Asli görevine dönmüş bulunuyor, şu anda Antalya’da Boztepe diye bir çiftliğimiz var, orada yalnız sebze, meyve tohumu yetiştirecek. Kendi tohumlarımızı geliştirmek, yetiştirmek için şu anda seferber olmuş durumda, hızlı bir şekilde, 3-4 yıllık bir periyot içerisinde biz bu alandaki açığımızı kapatacağız.

AYAŞ DOMETESİNDEN VAZGEÇMİYORUZ

*Bu sertifikalı tohum zorunluluğu sebebiyle yıllar sonra mesela Ayaş domatesini yiyemeyecek miyiz?

Sertifikalı tohumla, yerli tohumların ortadan kaldırıldığı doğru bir yaklaşım değil. “Yerli tohum sertifikalı olmaz” diye bir şey yok. Yerli tohumumuzu sertifikalı hale getireceğiz ki yerli tohumun bir anlamı olsun. Yerli tohum ıslah edilmezse, hastalıklı tohumla ekim yapılırsa verim elde edilemez. “Sertifikalı tohum kullanılsın” derken aynı zamanda yerli tohum da sertifika alması için teşvik ediliyor. Buna rağmen, geleneksel bazı vadilerimiz var, mesela Ayaş domatesi, Ayaş domatesinden vazgeçmiyoruz. O desteği yine vereceğiz. 5 dekarın altındaki arazilerde, bizim geleneksel tohumlarımızın, ürünlerimizin ekilmesine bir engel yok. Bu tohumları da biz şişelerde, poşetlerde çiftçilerimize arz edeceğiz. Yerli tohumu desteklemeye devam edeceğiz ama verimi esas alacak şekilde bütün tohumlarımızın sertifikalı hale gelmesi için de daha büyük desteği vermiş olacağız.

2018’DEN İTİBAREN ORGANİK ÇAY İÇECEĞİZ

*Organik gübre ve organik tarım konusunda yeni adımlar atılacak mı?

Türkiye’de bazı illerimizin organik tarıma çok müsait olduğunu düşünüyoruz. Mesela, Tunceli, Bayburt, Gümüşhane, Rize, Artvin, Bingöl, Bitlis…Rize’de çay üretimi var. Çayın geldiği noktaya bakıldığında son derece sıkıntılı, toprak artık nitratı, azotu almıyor, akıyor adeta. Bu şekilde, verilen gübrenin ancak yüzde 30’unu alabiliyor. Bunlar sulara karışıyor, yer altı sularına, nehirlere, derelere, denizlere karışıyor, balıkçılığı da sıkıntılı noktaya getiriyor, insan sağlığına da zararları var. İlk kez size söyleyeyim, bu sebeple organik çay üretimine geçeceğiz, son aşamaya geldik. Önce 200 bin dekar üzerinde yapacağız, Artvin, Rize, Trabzon’da, hepsinde olacak. 2018 yılında tümden organik çaya geçeceğiz. Organik veya mikrobiyal dediğimiz gübre ile yalnız onu kullanarak, kimyasalı hiç kullanmadan çay üretimini gerçekleştireceğiz. Gübreler testten geçiyor, hızlı bir şekilde kimyasaldan arınmış çay üretimi yapacağız. Aynı şekilde bazı illerde, ne üretilirse orada kimyasaldan uzak, organik gübre kullanılacak, kimyasal hiç kullanılmayacak. Böylece oradaki tüm ürünler, balından yağına, hayvansal üretimine ne varsa hepsi organik olacak. Bunlarla ilgili çalışmalarımızı tamamlayacağız, ülkemizin bazı bölgelerinde geleneksel tüm tohumlarımızın, ürünlerimizin, yine geleneksel şekilde verimli ve organik üretilecek.

TÜP BUZAĞILAR GELİYOR

*Damızlık üretiminde embriyo transferi

Damızlık üretiminde embriyo transferinin startını da birkaç gün önce verdik. İlk kez TİGEM vasıtasıyla embriyo transferini gerçekleştireceğiz. Bir dişi büyük baş hayvandan aldığımız yumurtalar döllendirilerek istediğimiz cinste hayvanın üremesini sağlayacağız. Yani tüp bebek uygulamasına benzer bir uygulamayı hayvanlarda gerçekleştireceğiz. Döllenmiş olan yumurtayı herhangi bir büyük baş hayvana nakledileceğiz, buradan o döllenmiş cinste, simental mi isteniyor, etçi ırk mı isteniyor, o ırktan buzağı dünyaya gelecek ve bir hayvandan yaklaşık 25-30 buzağı elde etme imkânı var. TİGEM çok yaygın bir şekilde hem eğitimleri hem embriyo transferlerini yapacak. Hızlı bir şekilde hayvan varlığımızı artıracağız. TİGEM’in bünyesinde şu anda 30 bin hayvan var, 10 bin hayvandan 300 bin buzağı elde etme imkânı olacak. Bu embriyo transferi sağlıklı ırklara geçişi sağlayacak. Eğer sütçülük yapacaksa 30 kilo süt veren bir hayvan alacak, hem etçi hem sütçü istiyorsa 15 kilo süt veren, aynı zamanda kesime gönderdiği zaman da etten gelir elde edebileceği bir hayvan alacak. Bakanlık ve TİGEM açısından devrim niteliğinde bir karar.

*Böyle elde edilmiş hayvanların etleri sağlıklı mı?

Hiçbir problem yok çünkü anne ve babası belli embriyolardan bahsediyoruz, dünyaya gelen o anne babanın buzağısı, soyu belli olacak.

TÜRKİYE’DE GDO’LU ÜRÜN YOK

*GDO’lu ürünler bakımından Türkiye ne durumda? Türkiye’de gıdalarda GDO var mı?

Türkiye’de GDO’lu ürün yok, üretim yok, kesinlikle yok. Bunu çok net bir şekilde söylüyorum. Bu konuda bir bilgi kirliliği var. Herkes kendi kafasına göre konuşuyor, AB ülkeleri içerisinde, üretim yapanlar, tüketenler var ama Türkiye’de kesinlikle bir üretimin olmadığını söyleyebilirim.

*Dışarıdan gelen GDO’lu ürün var mı?

Yalnız yem bitkileri ile bir durum söz konusu. Silajlık mısır dediğimiz mısır ve benzeri yem bitkileri ile ilgili bir tablo söz konusu. Onun dışında Türkiye’nin ithal ettiği bir GDO’lu ürün de söz konusu değil. Vatandaşlarımız çok rahat olsun, GDO’lu ne üretim var ne ithalat söz konusu.

DÖVİZDEKİ ARTIŞA KARŞI ET FİYATLARINDA TEDBİR ALINACAK

*Et ithal ediyoruz, önümüzdeki dönemde mesela dolardaki artış et fiyatlarını yükseltebilir mi?

Bir yıldır et fiyatları konuşulmuyor çünkü et fiyatları 30-40 lira bandında kaldı. Et ve Süt Kurumu regülasyon görevini yerine getiriyor. Gerek canlı kesimlik hayvan gerek kasaplık ve gerekse besilik hayvan ithalatını yapıyoruz ve piyasaya girmiş bulunuyor. Böylece, et fiyatları stabil hale geldi. Dövizde artış var ama kıyma ile kuşbaşı 35 lirayı geçmeyecek şekilde önümüzdeki günlerde gerekli tedbirleri alacağız. Daha da düşük fiyata eti verebiliriz ama yerli üreticinin maliyeti gözetilmezse, o zaman yerli üretici üretmekten vazgeçer. Yerli üreticimizin maliyetini dikkate alarak et fiyatlarını dengeliyoruz. Üreticilerimiz endişeli olmasın, hayvanlarını, ağıllarını doldursun, onların kâr etmeleri konusunda gerekli hassasiyeti gösteriyoruz, diğer taraftan da 79 milyon tüketicinin de daha uygun şartlarda tüketim yapması gerekiyor, bu dengeyi sağlıklı bir şekilde kurduk.

EKMEK FİYATININ ARTMASI İÇİN BİR NEDEN YOK

*Ekmek fiyatlarında istediğiniz düşüş oldu mu?

Öncelikle bizim ekmeğimiz sağlıklı, hiç endişe edilecek bir durumun olmadığını belirtmek istiyorum. Ekmeğin fiyatının düşürülmesi konusunda bir sorun yaşamadık, gerçekleşti. Bu yıl da, ekmeğin fiyatını artırmaya dönük ana temel girdi maddesi olan buğdayla ilgili herhangi bir artış söz konusu değil. Geçtiğimiz yıl buğdayı kaça verdiysek bu yıl da aynı, buğdayda bir artış yapmadık, aynı fiyata veriyoruz, geçmiş yıllardaki stoktaki buğdayın fiyatını yüzde 12 düşürerek değirmenlere, fırınlara, fabrikalara, un sanayiine bu buğdayı yüzde 12’ye varan fiyat düşüşü ile verdik. Ayrıca, yüzde 40’lık un sektörüne, yani küçük ve orta boylu işletmelere de TMO üç ay vade ile vade farksız olarak buğday veriyor. Tarımsal ürünler açısından fiyatı artıracak bir gereklilik olmadığını Fırıncılar Federasyonu ile görüşmemizde ifade ettim.

HEPİMİZİN ÇOCUKLARI YİYOR, KAMUOYUNU EN KISA SÜREDE BİLGİLENDİRECEĞİZ

*Palmiye yağı tartışılıyor, bu tartışmanın aslı nedir?

Bu konuyla ilgili elimizde bir veri yok, bu sebeple şimdi Bilim Kurulu toplandı, üniversitelerimizden hocalarımızın katılımı ile yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Neticeyi kısa süre içerisinde alacağız. Genel itibariyle bunların ısıyla ilgili bir probleminden bahsediliyor. Bazılarına göre 200 – 240 derecede bunlar kaynarsa, o sıcaklığı görürse o zaman bazı mahsurlarının olduğu ifade ediliyor ama bizim gıdalarımızda o derecede bir sıcaklığı görme söz konusu değil. Bir sorun olmadığı şeklinde bir bilgimiz var. Bu konu çok üst perdeden tartışıldığı için, şimdi biz konuşmayalım, bilim heyeti çalışmalarını tamamlasın, kamuoyunu ondan sonra sağlıklı bilgilendirelim. Çok kısa sürede, bu konudaki incelemeleri, laboratuvarlarda ilgili deneyler tamamlanacak, neticeyi kamuoyu ile paylaşacağız.

*O arada vatandaş bunları yesin mi yemesin mi, çalışmanın sonucunu mu beklesin?

Biz neticeyi açıklayacağımızı söylediğimize göre, bu tamamen vatandaşın takdirinde. İddiaların hiç doğru olmadığını söyleyebilmek için elimizde kanıtların olması gerekiyor, onu elde etmeye çalışıyoruz. Bizim aldığımız ön bilgiler, sağlık açısından bir sorun oluşturmadığı yönünde ama yine de ben vatandaşlarımızın neticeyi beklemelerinin doğru olacağını düşünüyorum.

*Siz yiyor musunuz veya yiyor muydunuz?

Yok, hiç yemedim ama çocuklar yiyor, hepimizin çocukları yiyor.

GIDA SAVAŞLARI DÜNYAYI BEKLİYOR

*Türkiye’nin önümüzdeki dönemde en stratejik ürünleri neler olacak?

2050 yılında dünyanın nüfusunun 9,5 milyar olacağı tahmin ediliyor. Şu anda, 1 milyar insan aç, 1 milyar insan yoksul, 7 milyarın neredeyse üçte biri yoksul ve aç, 30 yıl sonra 9,5 milyar nüfus olacak ve dünyayı gıda açısından çok büyük tehlikeler bekliyor. Gelecek dönem gıda savaşları olacağı söyleniyor ve ben de bu görüşe katılıyorum. Gıdaya erişimde çok ciddi sorunlar yaşanacak, hatta bazı ülkelerde çok ciddi sorunlar yaşanıyor. 38 ülkede gıdaya erişimde, 80 ülkede suya erişimde çok ciddi sorunlar var. Önümüzdeki 30 yılı düşündüğümüzde, araştırmalarda 700 milyon insanın yerini, yurdunu terk edeceği ifade ediliyor. Bütün bunlar bize geleceğin çok parlak olmadığını gösteriyor. Bunların çözümü için, dünya tarımsal üretimi yüzde 60 artırmadığı sürece ne 2 milyar insanın doyması ne de nüfus 9,5 milyara çıktığı zaman üzerine eklenecek yeni 2 milyar insanın sağlıklı gıda alması imkânı olacak. 30 yıl içerisinde üretimi yüzde 60 artırmak çok zor bir olay. Onun için gıda savaşları dünyayı bekliyor. Tabii ki hububat üretiminden kesinlikle vazgeçmeyeceğiz, temel gıda, temel besin kaynağı olan bütün ürünlerin ülkemiz coğrafyasında yetişmesi ve topraklarımızın rasyonel kullanılması için elimizden gelen gayreti göstermemiz gerekiyor. Buğday her zaman stratejik olmuştur. Hepsi bir ihtiyaç ama bazıları her öğünde sofrada olan ürünler, bazıları da haftalık olsa da olur. Bu çerçevede bakıp, ona göre biz de geleceğimizi şekillendireceğiz.

AK PARTİ BÜTÜN MUHALEFET PARTİLERİYLE UZLAŞMA ZEMİNİ ARIYOR

*Mecliste çok sayıda anayasa değişikliği görüşmelerinde bulundunuz.

Ben 1999 yılında Meclise geldim, yaklaşık 17 yıldır Meclis’te anayasa değişikliği görüşmelerinde bulundum. AK Parti’de ilk olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın siyaset yapma yasağını kaldırmak için, anayasanın 75. Maddesinde değişiklik gerçekleştirdik.

*O gün o değişikliğin yapılmasına destek o dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan gelmişti, bugün cumhurbaşkanlığı sistemini içeren değişikliğe destek ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. CHP ile MHP arasında sert polemikler yaşanıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

O gün, AK Parti’nin 363 milletvekili vardı, 3-4 milletvekilinin destek vermesi ile anayasa değişikliğinin kabul edilmesi için gerekli olan 367 milletvekili sayısına ulaşılabiliyordu ama AK Parti öyle bir yola girmedi. Bir parti seçimlerde 363 milletvekili çıkarıyor ama genel başkanı seçime giremiyor, burada yapılması gereken muhalefet partisinin, seçimde 363 milletvekili çıkaran partinin genel başkanının yasağını kaldırıp, sistemi normalleştirmeye katkıda bulunmasaydı. Sayın Baykal da bunu yaptı. Bugün çok daha farklı bir durum. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş var, bugün CHP karşı, MHP destek veriyor. Bu aslında AK Parti’nin başarısı. AK Parti demek ki bütün muhalefet partileriyle konularına göre uzlaşma zemini arıyor.

CHP DÜN DE KARŞI, BUGÜN DE KARŞI, HEP KARŞI

*Referanduma giderken nasıl bir hava görüyorsunuz?

Türkiye bütün harici unsurlardan sıyrılmış, bütün yüklerini atmış, yeni bir yaklaşım mücadelesi içerisinde. Türkiye birilerinin desteği ile değil, kendi ayakları üzerinde duran bir ülke olma mücadelesi veriyor. “IMF’siz olmaz” dediler, oldu. AK Parti zorlukları yara yara geliyor ama şimdi Türkiye’nin tam bağımsızlığı, millet iradesinin kökleşmesi konusunda önümüze setler konulmaya çalışılıyor. Bir taraftan bölgemizdeki savaşlar diğer taraftan içerideki hain şebekelerin, 15 Temmuz’daki kalkışma, kendi silahımızla milleti vurma gibi alçak bir yaklaşımı söz konusu. Bu iç ve dış mihrakların dayanışma içerisinde Türkiye’nin geleceğini karartmaya dönük girişimlerinin ardından Türkiye bir hükümet modeli değişikliğine gidiyor. MHP saygıdeğer bir görüş, destek ortaya koymuştur. Sayın Baykal, 2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmemesi için şahin gibiydi, neler yapmadılar ki, hukuksuz her şeyi yaptılar. O gün o hukuksuzlukları yapanlar bugün bu anayasa değişikliğini doğuranlardır. Dün karşı bugün karşı, hep karşı.