Madde ile mana ya birbirini destekleyerek tamamlar ya da birbirini köstekleyerek eksiltir.

Madde ile mana ya birbirini destekleyerek tamamlar ya da birbirini köstekleyerek eksiltir. Bu, insanlık tarihinin en kuşatıcı gerçeklerindendir. Yer ile gök, gece ile gündüz, erkek ile kadın, sağ ile sol, dert ile derman… Parçalar ya da alt özellikler, birbirlerini tamamlayarak birde buluştuklarında parça olmaktan kurtulup bütün olur ve yeni bir anlama kavuşur. Böylece bütünsel yaklaşım gereği yeryüzündeki bütün ikilikler ötekinin varlığında hayat bulur.

Tamamen ayrı özellikler taşıyan varlıkların bir araya gelerek kendilerinden farklı bir bütünü oluşturmalarına en güzel örneklerden biridir su. İki hidrojen ve bir oksijen atomundan meydana gelen molekül, bir yanda yakıcı diğer yanda yanıcı olan iki maddeden tamamen farklı, alevi söndürme özelliğine sahip suyu oluşturur. Parçalar, farklı bir anlam taşıyacak bir bütün oluşturmak için kendi özelliklerini terk eder.

İnsan ilişkileri, parça bütün etkileşiminin zorlandığı alanların başında gelir. Zira insanlar arasındaki ilişkilerin bütünü oluşturması, insanların birbirlerini tamamlaması gerekirken günümüz insanı birbirinden hızla uzaklaşıyor. Daha da vahim olanı günümüz insanının kendi öz varlığından da hızla uzaklaşmasıdır. Nitekim birbirini tamamlayarak insanı insan kılan temel madde ve mana değerleri hiçbir dönemde bu kadar birbirinden ayrı düşmemişti. Bedenin içgüdüsel istek ve ihtiyaçları ile ruh dünyamızın mana odaklı istek ve ihtiyaçları, hiçbir dönemde birbirini tamamlamaktan bu kadar uzaklaşmamıştı.

MADDE İLE MANA BÜTÜNLÜĞÜ

İnsanın madde ve mana algısının birbirini tamamlayamaması, günlük davranışlarımızı etkiler hatta belirler hale gelmiştir. Örneğin dürüst olmak gerektiğine herkes inanır ve bu gerçeği kabul eder. Ancak inandığımız bu gerçeği davranışlarımıza yansıtabilenlerimiz hızla azalıyor. İnandığımız gerçekleri davranışa dönüştürememek yani maddi gerçeğimiz ile mana gerçeğimizi bir bütün haline getirememek bizi insan olarak eksiltiyor. Düşünce ile davranış, birbirini tamamlayıp bütün oluşturmadığından psikolojik denge bozuluyor ve ruh sağlığı zedeleniyor. Düşünce ile davranış birbirinden uzaklaştıkça insan olmaktan da uzaklaşıyoruz aslında.

Bir düşünce ne kadar değerli olursa olsun davranış ve uygulama olarak hayata akmamışsa eksiktir. Aynı şekilde ne kadar kıymetli olursa olsun düşünce süzgecinden geçmemiş bir davranış da eksiktir. İşte bugünün insanında giderek öne çıkan sorun düşünce ile davranış arasındaki bu uzaklaşma ve düşüncesiz davranışların çoğalmasıdır. Madde ile mana değerlerinin uzaklaşmasının sonucu olan düşüncesiz davranış, virüs taşıyan bir hastanın binlerce kişiyi hasta edebilmesi misali hızla yayılıyor.

Düşündüklerimize uygun davranmaktan, davranışlarımızı düşünmekten hızla uzaklaşıyoruz. Oysaki düşünce ile davranış suyu oluşturan bileşenler gibi birbirini tamamladığında insanın varlığı bütünlenmiş olur. Mana odaklı düşünce ile madde odaklı davranış, birbirini tamamladığı oranda temel insani değerler gelişir, yerleşir ve süreklilik kazanır.

Madde ile mana bütünlüğünün yaşama etkisi tarih boyunca merak konusu olmuştur. Ünlü filozof Hegel, hayatı inşa eden şeyin fikirler olduğuna ve maddenin düşüncenin yansıması olduğuna inanırken; Marx, hayatı ve düşünceleri inşa eden temel gücün madde olduğunu savunmuştur. Kökleri eskilere dayanan bu iki temel görüşün tartışması günümüzde de devam etmekle birlikte iki görüşü birleştiren bütünsel bakışın taraftarları çoğalıyor.

BÜTÜNSEL YAKLAŞIM

Bütünsel yaklaşım; insanın biyolojik ve sosyal ihtiyaçlarını, düşünce ve davranış özelliklerini, beden ve ruh halini kısacası madde ve mana ihtiyaçlarını, birbirini tamamlayan alt sistemler olarak görür. Birey, bu tamamlanma ile herhangi bir canlı olmaktan insan olma olgunluğuna erişir.

Bütünsel yaklaşım esasen âlemin oluşumunun da temel özelliğidir. Görebildiğimiz ve göremediğimiz âlemin, uçsuz bucaksız galaksi sisteminin, güneş sisteminin, sayısını bilemediğimiz yıldızların ve gezegenlerin kısacası evreni oluşturan bütün bileşenlerin birbirlerini tamamladığını biliyoruz. Kendi içinde bağımsız ama içinde bulundukları sistemin bütünlüğünü tamamlayan parçalar, bir anlamda bütüne hizmet etmenin yarışındalar.

Düşünce ile davranış odaklarımız arasındaki uçurumun derinleşmesi, insanı sadece kendinden ibaret sayan, yalnızlaştıran ve benliğine hapseden bir sonuca yol açıyor. Oysaki insan, madde ve mana yönleriyle bir bütün olduğu için insandır. İnsan, bedeninin ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeyip çevresine de yararlı olarak mana ihtiyaçlarını da karşıladığı için insan olmanın gerçek tatminine erişir.

Ve âlemin bir parçası, numunesi ve küçük âlem konumundaki insanı, temel insani değerlerden uzaklaştırarak sadece maddi varlığı ile sınırlı tutmak, sadece bir tüketim objesine dönüştürmek insanın bütünlüğüne zarar verecek onu eksiltecek büyük bir ihanettir.