Adam, polis. Terör örgütünden gözaltına alınıyor. Belki suçlu, belki değil. Önemli olan gözaltına alınırken söylediği söz: "Ben devletim"

Adam, polis. Terör örgütünden gözaltına alınıyor. Belki suçlu, belki değil. Önemli olan gözaltına alınırken söylediği söz: “Ben devletim” Bu söz bile bizim devlet yapımızda bir çarpıklık olduğunu ortaya koyuyor. Devlet memurluğu görevi yapan, yani devletten, yani bizden maaş alanlar, kendisini devlet sandığı için bütün bu sorunları yaşamıyor muyuz? Devlet memurları, halkın kendisinden ve bu halkın kendisine temsilci olarak seçtiklerinden daha fazla nasıl devletin sahibi olabilir?

Bu yetki sıralaması ve maaşını bizden alanların yani devlet memurlarının bu zihniyeti yüzünden burnumuz pislikten kurtulmuyor. Sen nasıl devlet oldun ki arkadaş? Kim verdi devleti sana? Polis veya başka bir memur oldun diye hepimizin sahibi mi oldun yani? Artık farkına varın. Siz sadece devlette çalışıyorsunuz. Bu sadece bir iş. Devletin sahibi değilsiniz. Dükkânın anahtarını akşamları kasanıza kilitlemiyorsunuz. Bu tapuyu size kimse teslim etmedi. Göreviniz sadece yasaları uygulamak. Devletin sahibi gibi davrandığınız sürece bu ülkeye ihanet ediyorsunuz. Kendini devlet sananları ayıklamadıkları sürece de politikacılar bizim hakkımızı yiyor. Biz de kendini devlet sanan memurları ayıklamayan politikacıları seçtiğimiz sürece çocuklarımıza zarar veriyoruz. Devlet, devlet memurları tarafından sahiplenilemez. Devlet halkın kendisidir. Hele demokrasilerde ta kendisi. “Devlet benim” sözü aslında yeni bulunmuş bir şey değil. Taa, 1700’lü yıllarda söylenmiş. Söyleyen ise Fransa Kralı 14’üncü Louis.

14. Louis, 1 Eylül 1715’deki ölüm gününde krallığının 72’inci yılını sürdürüyordu. Fransızlar tarafından Louis Le Grand (Büyük Louis) veya le Roi-Soleil (Güneş Kral) olarak anılıyordu. Fransa’yı mutlak bir monarşi ile yönetmişti. Fransa Bilimler Akademisi’ni kurmuş, bir tiyatro oyununda rol alarak Apollon’u canlandırmıştı. Anlayacağınız adam bildiğiniz “kral”dı. En önemli sözlerinden biri de, “Devlet benim” oldu. Ama 16’ıncı Louis, yani kendisinden iki sonraki kralın akıbeti giyotin oldu.

Nefret suçu

Pişmiş kelle gibi sırıtıyor. Otobüste bir kadına saldırmış. Neymiş? Geleneklerine karşıymış. Kadın şort giyiyormuş. Duyan da adamı gelenek polisi olarak tayin ettiğimizi sanacak. Çok hızlı bir şekilde yakalanıyor. Ardından serbest bırakılıyor. Sonra ortalık ayağa kalkıyor tabii. Kalkması da çok doğal. Çünkü bu bir nefret suçu. Yani sırf karşısındakinin bir özelliğini beğenmedi diye saldırıyor. Burada saldırıdan daha önemli olan saldırı gerekçesi. Birine tekme atarsanız serbest hafif bir suç olduğu için tutuksuz yargılanırsınız. Tamam. Ama bu durum, o durum değil. Hukuk mekanizmasının böylesi bir suçu kavraması bu kadar uzun sürmemeli. Tepkiler artınca tekrar gözaltı kararı alındı. Bu arada, hengame içinde kaybolup gitti. Bu saldırganın mesleğinin ne olduğunu okudunuz mu? Güvenlik görevlisi. Yani görev yerinde bile olsa, belinde silah taşıyabiliyor. Böylesi bir dengesiz, saatli bomba gibi görev yapıyor.

Saç boyamak erkeklere yakışmıyor

Emrah. Bizim yaştakilerin bildiği ismiyle “Küçük Emrah”. Artık küçük değil. O da büyüdü. Ama tüm toplumun önünde büyüdü. Değerli bir sanatçı. Kendi işinde gücünde. Benim diyeceğim onun yaptığı işler konusunda değil. Emrah’ın şu iki resmine bir bakın ne olur. Birinde doğal hali. Yani saçta sakalda beyazlar. Çok da yakışmış. Çünkü doğal. Diğeri, yeni dizi çekimi öncesinde girdiği hal. Kaşlar dahil simsiyaha boyanmış. Erkeği bu derece siyah boya yakışmıyor. Hadi, sanatçısın, halkın önündesin. Genç görünmek istemen de doğal. Ama ne olur böyle simsiyaha boyanma. Kötü duruyor. Yapay duruyor. Bunun bir ara yolu yok mu Allah aşkına? Ne biliyim, kadınlar bu işlerin ustası. Onlardan birine sor istersen.