Ben bazen, yazılarımda, bu efsane şarkının gönlümüzde takılı kaldığı sözcüğü kullanırım.
Başlıkta “alıntı” olarak yazdığım, eskilerin çokça söylediği, derdini anlatmak isteyip de bir türlü anlatamayanların duygusallıktaki çaresizliğini anlatan, “Şehir Efsanesi”ne dönüşen, şarkıların güftesi olmuş bir sözcük. Özellikle de, Ud sanatçısı, Bestekar Şerif İçli’nin “Derdimi Ummana Döktüm” adlı bestesi sonrasında iyice dillere ve gönüllere yerleşen ve bir anlamda çözümsüzlüğü şikayet eden tanımlamadır.
Ben bazen, yazılarımda, bu efsane şarkının gönlümüzde takılı kaldığı sözcüğü kullanırım. Bu yazıda neden kullandım? Geçmişte İstanbul ile ilgili yazdıklarımda, İstanbul’a diken gibi “izdırap” veren olayları anlattığımda ve hala sonuca ulaşmamaları sonrasındaki çaresizliğimin uzantıları için kullandım.
Aklımda takılı kalan ve uzunca bir süredir dayanılmaz hale gelen bir konuya aşağıda örnekleyeceğim ama; Serif İçli’nin hicaz makamında aynı adıyla kullanınan muhteşem bestesinden aldığım sözü, başlıkta kullanınca, ünlü bestekar-ud sanatçımızdan ve o muhteşem bestesinden söz etmeden geçemedim;
“DERDİMİ UMMANA DÖKTÜM”
Derdimi Ummana Döktüm Asumana Inledim
Yare De Ağyare De Hal-I Derunum Söyledim
Aşina Yok Derdime Ben Söyledim Ben Dinledim
Gözlerim Yollarda Kaldı Gelmedin Çok Bekledim
“20 Aralık 1899’da doğan, 1956’da İstanbul Radyosu’ndaki bir program sırasında geçirdiği kalp krizi sonrasında vefat eden Şerif İçli, ünlü bir Ud sanatçısı ve bestekardı. Döneminde “Altın Ud” diye anılan Şerif İçli’nin üstün ritim yeteneği, pürüzsüz mızrabı ile kendine mahsus tavrı, katıldığı fasıl ve sololarda hemen hissedilirdi. Aynı zamanda iyi bir hânende olduğundan fasıllara sesiyle de iştirak ederdi”.
“Kibar ve zarif kişiliğiyle tanınan Şerif İçli, asıl şöhretini 1927’de bestelediği, sözleri Süleyman Nazif’e ait, “Derdimi ummâna döktüm âsumâna inledim” mısrasıyla başlayan Hicaz şarkısıyla elde etmiştir. Günümüze ulaşan yetmiş üç eserinden iki saz semâisiyle bir yürük semâi dışındakilerin hepsi şarkı formundadır”.
Gelelim, attığım başlığa konu olan “Derdimi Ummana Döksem” diyecek kadar içimi acıtanlar nedir, daha doğrusu bu yazıyı yazmama neden olan ve bana “derdimi ummana dösem” dedirten konu nedir, onun kısa anlatımına! Benzeri birçok şeyi, o kadar çok yazdım, ama her nedense bu konuda alınması gereken önlemlerle ilgili bir adım bile ileri gidememişiz. Birçok sorumsuz, aynen sorumsuzluklarını segilemekte devam ediyorlar.
Derdim şu; bildiğiniz üzere; İstanbul, adına ne derseniz deyin, tüm hızıyla devam eden ve çoğunlukla da dikine yükselen inşaatların tüm hızıyla devam ettiği bir metropol.
Tabiri caizsa; boş bulunan her alana “Aaa burası boş” dediğinizin ertesi günü inşaat için kazılar başladığını görebiliyorsunuz. Perdeye benzeyen, adına önlem denilen göstermelik alan çevirmeler ve ardından başlatılan hafriyat işlemleri! Buralarda sokağa ve caddeye sorumsuzca taşmaları, bir anda yol kesilip, oralarda cadde veya sokağa çıkan, yol alırken boyuna posuna bakmadan taksi gibi hızlı ve sorumsuzca kullanılan hafriyat kamyonları.
Bir süre sonra orada başlayan kaba inşaat ile ilgili beton ve hasır, kolon demir uygulama çalışmaları. Artık meydan bu kez harç makinesi taşıyan koca kamyonların çalışmalarına kalmıştır. Gelirler, sokağı veya caddeyi kaparlar ve bir kaç saat süresince inşaata beton için harç transfer ederler. Ortada temizlik, güven kalmamıştır. Kendinizi korumazsanız her an kafanıza bir şeyler düşebilir.
Bu durum o inşaat bitene kadar ve genelde yeterli güvenlik önlemi alınmaksızın devam eder. Göz önündeki caddelerde bu konuya biraz daha dikkat edliyor. Haksızlık etmeyelim!
Hafriyat ve harç aktarma kamyonlarının, ana caddeler ve sokaklardaki trafik akışında oluşturdukları karmaşa, karıştıkları münferit kazalar, o kadar yazıldı ki.
Sonuç! Alınması gereken önlemlerde neredeyiz?
İnşaatlar tüm hızıyla devam. Bizler ise; derdimizi ummana döküyoruz, döküyoruz, döküyoruz!