Devlet aklı sadece askeri havacılıkla yetinmeyerek sivil havacılığın da gelişmesi için büyük çaba gösterdi.
Üç kıtada, geniş bir coğrafyada 600 yıl hüküm süren, Osmanlı İmparatorluğu zayıflamaya başlayınca zamana ayak uydurabilmek için harekete geçer.
1900’lü yılların başında Mahmut Şevket Paşa’nın önderliğinde askeri havacılık alanında Avrupa ülkelerini takip edip, pilot ve makinist yetiştirmek üzere Havacılık Mektebi kurar. Fakat çok geç kalınmıştır. Elinde yeterli sayıda tayyare (Savaş uçağı) olmayan Osmanlı, Balkan Savaşı’nda ve 1. Dünya Savaşı’nda işte bu nedenle başarılı olamamıştır.
Gelecek savaşlarda hava gücünün gerekli olduğunu gören Osmanlı devlet yönetimi, 1912-1918 tarihleri arasında elinde 500’e yakın tayyare almasına rağmen başarılı olamayınca 1920 yılında ordudaki havacılık bölümünü lağveder.
Yeni bir devlet olarak 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal ve silah arkadaşları havacılığın önemini görerek, yurt içinde tayyare üretebilmek için girişimlerde bulunur.
Bu konuda Avrupa’daki gelişmeleri incelemekle görevlendirilen heyetin içinde bulunan Vecihi Hürkuş döndükten sonra ilk Türk uçağı olan Vecihi K-6’yı yaparak ilk ve en önemli adımı atar.
Çift motorlu tayyareyle ilk uçuşu yapan ilk Türk pilot olan Hürkuş, ilk Türk sivil uçağı Vecihi XIV’ü planlar ve inşa eder. Ardından ilk Türk deniz uçağını hayata geçirir. İlk Türk spor ve eğitim uçağı olan Vecihi XV’i imal eder. Yanı sıra, Vecihi Sivil Tayyare Mektebi’ni açar, yolcu ve kargo taşıyan Hürkuş Hava Yolları’nı kurar. 1916-67 yılları arasında, 102 ayrı model uçak kullanan, 30 bin saate yakın havada kalan ilk ve tek Türk pilot olarak 1969 yılında Ankara’da vefat eder.
Türk havacılığının gelişmesi için Atatürk’ün direktifiyle 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti açılır, aynı yıl Kayseri’de Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ) adıyla bir fabrika kurulur. Milli Savunma Bakanlığı Alman Junkers Uçak Şirketi lisansıyla ortak üretim yapar. Vecihi Hürkuş’un da görev aldığı bu şirket 1928’de kapanır.
Yine bir başka idealist girişimci olan Selahattin Alan 1926’da mühendislik eğitimi için Fransa’ya gider ve 1932’de döndüğünde MMV-I (Milli Müdafa Vekaleti-1) adlı iki kişilik uçağı yapar. Eskişehir’de Türk Hava Kuvvetleri Atölyeleri’nde çalışan Nuri Demirağ ile tanışır ve işinden ayrılarak onunla ortak olur. Demiryolu müteahhitliği yapan Nuri Demirağ havacılık sektörüne yatırım yaparak çok başarılı işlere imza atar.
Nuri Demirağ 17 Eylül 1936’da doğum yeri olan Sivas Divriği’de “Büyük Gök Okulu” ve İstanbul’da da yeni bir “Gök Okulu” açarak hayallerini gerçekleştirir.
1937’de imal edilen Nu. D.36 adlı uçak kontrol uçuşu sırasında Eskişehir’de bir kaza geçirir, pilotu ve uçağın tasarımını yapan Selahattin Alan bu kazada ölür, bu nedenle aldığı siparişler iptal edilir.
1941 yılında Demirağ’ın Etimesgut’taki tesisinde yapılan uçak ilk uçuşu yapar.
Bu dönemde, Nuri Demirağ politikaya girerek 1945’te CHP’ye muhalif Milli Kalkınma Parti’sini kurar ama başarılı olamaz. 1954 yılında Demokrat Parti’nin Sivas Milletvekili olarak TBMM’ye girer ve ardından da 1957’de vefat eder.
Savaşlarda hava kuvvetlerinin önemi dikkate alınarak 1936 yılında İstanbul’da Hava Harp Akademisi kuruldu. 1936’da Tayyare Cemiyeti Kongresi’nin konuşan İsmet İnönü bir uçağın 60 bin liraya alındığını, onu hazır halde tutmak için her yıl 60 bin liraya ihtiyaç olduğunu, devletin de bu iş için 6 milyon lira bütçe ayırdığını, bunun da ancak 100 uçak alabildiğini, oysa 500 uçağa ihtiyaç olduğunu belirterek bağış kampanyası açılacağını kamuoyuna ilan eder.
Türk Tayyare Cemiyeti’ne ayrılan kaynaklar ve halkın bağışlarıyla 1932-36 arasında 149, 10 yılda da 352 yeni uçağın alınması sağlanır. 1938’e gelindiğinde Türk Hava Kuvvetleri’nin elinde savaş kabiliyeti olan 215 uçak bulunuyordu.
Devlet aklı sadece askeri havacılıkla yetinmeyerek sivil havacılığın da gelişmesi için büyük çaba gösterdi.
1936 yılında kurulan Türk Kuşu adlı okulda Sovyetler Birliği’nden gelen öğretmenler gençlere ders veriyor, Sabiha Gökçen gibi bazı öğrenciler de Sovyetler’e giderek eğitim görüyordu.
2.Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllarda Türkiye’nin savaşa girmemesi için gösterilen çabaların yanı sıra, savaş için hazırlıklar yapan ve hava kuvvetlerini güçlendirmeye gayret eden Türkiye Cumhuriyeti. Yıllar sonra ancak 50’inci yılını idrak ettiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nı kurarak geleceğini güven altına almayı kısmen de olsa başardı.
Cumhuriyetin önlerini açtığı, ufuk ve vizyon sağladığı Vecihi Hürkuş, Nuri Demirağ ve Selahattin Alan’ın iyi niyetli, gayretli, idealist birer girişimci olarak havacılık alanında yaptıkları her şey haklı olarak bugün bir efsane gibi anlatılıyor ve de dilden dile dolaşıyor.
1923 yılında silah- dava arkadaşlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” sözlerini şiar edinen, Cumhuriyetimize kanat olup, onu uçuran, bizim bu günlere gelmemize vesile olan, bütün vatansever şehit havacılara rahmetler diliyorum. Ruhları şad olsun.
Nice 100 yıllara Türkiye’m.
————————————————————-
100’üncü yılını ‘görkemli’ kutlamalıyız
Cumhuriyet rejimi ortak değerimizdir
Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde 1 Ekim 2020 tarihinde yer alan bir yazıyı aynen nakletmekle başlayayım sözüme;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM 27. Dönem 4. Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmada, “Bu yıl, Büyük Millet Meclisimizin dualarla, tekbirlerle, heyecanla, coşkuyla açılışının 100. yıl dönümüydü. Koronavirüs salgınının yayılma günlerine denk gelmesi sebebiyle, bu önemli yıl dönümünü, maalesef arzu ettiğimiz görkemde kutlayamadık. İnşallah Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıl dönümünü, hedeflerimize de ulaşmış olarak, şanına layık kutlamalarla karşılayacağız” demiş.
Tarihler 24 Ekim 2020’yi gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada, “Önümüzdeki yıl vasıl olacağımız Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına büyük bir heyecanla, şevkle, coşkuyla hazırlanıyoruz. Bizim için bu yıl dönümü sadece yeni devletimizin ikinci asrının başlangıcı ifade eden bir takvim değişikliği olmanın ötesinde manalara sahiptir. İşte bu anlayışla Anadolu toprakları üzerinde son bin yılda kurduğumuz üçüncü devletimiz olan Cumhuriyetimizi siyasi, ekonomik, sosyal, diplomatik alanlarda milletçe hayalini kurduğumuz seviyeye çıkartacak atılımın adını Türkiye Yüzyılı koyduk. Ülkemizin ve medeniyetimizin tüm kazanımları üzerinde yükselteceğimiz bu vizyon, yeni nesillere bırakacağımız en büyük mirasımız olacaktır.” şeklinde görüş belirtmişler.
İnternette dolaşırken Euronews sitesinin 25 Mart 2021 tarihinde yayınladığı bir habere rast geldim. Haber aynen şöyle;
“Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı başlattığı bağımsızlık savaşının 200'üncü yıl dönümü dolayısıyla başkent Atina'da görkemli bir kutlama töreni gerçekleştirdi.”
Haberde, Acropol’deki kutlamalara Covid 19 nedeniyle halkın katılımının sınırlı tutulduğu, jet uçaklarının gösteri yaptığı ve Sintagma Meydanı’na 200 adet Yunan bayrağı asıldığı belirtiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üç yıl önce TBMM’nin 100’üncü kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı ‘Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yıldönümü” ile ilgili konuşmalarına aynen katılıyorum.
Fakat, böylesine önemli bir yıldönümü ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği şekilde “görkemli” kutlamaları göremedik. 29 Ekim’e iki hafta kadar bir zaman kaldı. 100 yıl gibi uzun bir dönemi geride bırakan cumhuriyetimizin anlamlı kutlamaların iki haftaya sığdırmakla mı yetineceğiz. Cumhuriyetin 50’inci yıl dönümünü yaşamış ve görmüş birisi olarak o kutlamalar daha başarılıydı diyebilirim. Bu kutlamaların hazırlıkları birkaç yıl önce başlatılmalı ve ilçelerde illerde hazırlık komiteleri kurulmalıydı.
Ankara’da kutlamaları için devletin sivil ve asker tüm üst düzeydeki görevlilerinin katılımıyla Koordinasyon Kurulu hayata geçirilmeliydi. Kutlamaların yıl içine de farklı yerlerde yapılması ve Ekim ayında ise kapsamının genişletilmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Covid veya farklı bir engel de olmadığına göre neden olmadı.
Hakkını teslim etmek gerekir ki İletişim Başkanlığı kutlamalar konusunda www.yuzuncuyıl.gov.tr adlı başarılı bir web sitesi hayata geçirdi. Aynı şeyi başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere diğer kamu ve özel sektör kuruluşlarının da yapması gerekirdi.
Unutulması ki, cumhuriyet hepimizin ortak değeridir. Ona sahip çıkmalıyız.