Modern dünyanın tehditlerine maruz kalan aile hızla daralıyor, küçülüyor ve dağılıyor.
Üyelerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaşan aile, maddi menfaatlerin ve ihtiyaçların giderildiği yapay bir birlikteliğin buluşma noktası evlere dönüşüyor. İnsanı ahlak süzgeciyle pişiren aile ocağı zayıflayınca bireyler savruluyorlar.
Vaktiyle doktora sonrası çalışma için gittiğimiz Londra’da kısa bir süre dağılmış bir ailenin yanında kalmış ve alışık olmadığımız bir deneyim yaşamıştık. Avrupa’daki aile yapısı; maddi bölüşümün en belirleyici yaşam kaynağı olduğu, mekânların adeta parsellenerek aynı evin içinde birbirinden bağımsız hayatların sürdürüldüğü ve aile içi ilişkilerde koyu kuralların hâkim olduğu bir tablo sergiliyor. Bu tabloda her dört aileden üçü dağılmıştır.
Ailede Aşınma
Bugün, kadim coğrafyamızın, kültür ve geleneklerimizin, kendisine has değer odaklı insan modelimizin, en güçlü membaı olan ailenin, yapısı ve geleneğindeki aşınma, maalesef düşündürücü düzeylerdedir. Bu aşınma Avrupa toplumları düzeyinde değildir ancak hızla onlara benzediğimiz de bir gerçektir.
Bilimsel veriler, medyaya yansıyan manzaralar ve şahit olduğumuz olaylar, toplumun en küçük yapı taşı olan ailedeki yıpranma sorununun, bireylere ve ailelere bırakılmayacak kadar önemli olduğunu ve bir devlet meselesi olarak ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Zira aile yapımızın; insanı koruyan, barındıran, sevgi ve saygının hâkim olduğu, değer üreten ve bireyin beşerden insan olma yolculuğuna rehberlik eden geleneksel yapısı gerilemektedir.
En temel ihtiyacı olan sevgiyi, ailesinden alamayan insan yalnız kalıyor. Çünkü aile; sıcak bir ocağın etrafında bir araya gelen, birbirlerine tutunan, birbirleriyle var olan, insanlara kucak açan yuva özelliğini yitiriyor. Aile; duygusal alışverişin, kendini gerçekleştirmenin, aşırılıklardan korunmanın, birlikte düşünmenin, üretmenin, ortak değerleri birlikte yaşamanın merkezi olmaktan uzaklaşıyor. Ailenin; bağlı olması gereken mazi ve kök değerleri için insanı, yoğurarak ortak kader birliği sağlayan uyumlaştırıcı gücü azalıyor. Ve nihayet aile; bir maneviyat ocağı olarak günümüz insanını yeterince pişirmediği için çeşitli psikolojik sorunlara açık hale geliyoruz.
Aynı Evde Farklı Dünyalar
Daha çok özgürlük isteğiyle sıcak yuva ortamından kopan çocuklar, gençler ve yetişkinler, beden olarak aynı evde barınsalar bile ruh olarak birbirlerinden uzaklaşıyor. Zira aynı evin içinde farklı dünyaları yaşayanlar az değil. Geniş aileden çekirdek aileye yol alan aile üyeleri; büyükbaba, büyükanne, dede, nine, amca, dayı, hala, teyze, kuzen gibi doğal rehberlerini yitiriyor, kimsesiz kalıyor, kendi hakikatlerinden uzaklaşıp sanal dünyanın aktif oyuncularına dönüşüyor ve uzmanlar arasında mekik dokuyorlar.
Oysaki bireyler gibi her ailenin de maddi yapısı yanında ruhu, kalbi, gönlü ve içgüdüleri vardır. Yeryüzünde en ileri yakınlık kaynağı olan kan bağını içeren aile, sadece maddi nedenlerle birlikte kalınan bir eve indirgenemez. Bizi biz yapan ailemizin kalbini ve gönlünü yeniden yeşerterek, ailenin ocağını yeniden tüttürerek yuva sıcaklığına kavuşmasını sağlamak zorundayız. Zira kavganın, istismarın, şiddetin, dedikodunun ve iletişimsizliğin bir virüs misali kemirdiği ailenin, günümüz insanı ve toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu ahlakı, bir hayat biçimi olarak yeşertmesi ve yaşatması zordur.
Devletimizin, aile değerlerinin korunmasına ve ailenin güçlendirilmesine yönelik son yıllardaki ümit verici çalışmalarının hızlanarak devam etmesi elzemdir. Elbette yüz yıl öncesinin aile yapısını bugüne taşımaktan söz etmiyoruz. Ama bugün ailemizi; başköşeye büyüklerin oturduğu, kıymetlerin bilindiği, maddi ve manevi ihtiyaçların karşılandığı, bireylerin birbirlerini tamamladığı, açık ve samimi bir iletişimin hüküm sürdüğü, birlikte düşünmenin, demokrasinin, merhametin, adaletin ve ahlakın yeşerdiği, geçmişle geleceğin buluştuğu, birleştirici bir çekim merkezi haline getirmemiz mümkündür.