Güçlü bir ses tonu... İnat uğruna meslek sahibi olacak derecede hırslı, aşkı, sevgiyi doruklarda yaşayacak denli duygulu, yoğun, isyanını içinde tutmak yerine tüm dünyaya haykıracak kadar cesur, kararlı, kimi zaman saçı örgülü bir kız çocuğu, kimi zaman dayanılması güç cazibeli bir kadın..

Amsterdam doğumlu, Türk kökenli caz sanatçısı, Karsu Dönmez..

Yalnız yetenekli bir şarkıcı değil; aynı zamanda çok iyi bir piyanist, besteci, aranjör ve söz yazarı. Amsterdam Concertgebouw, North Sea Caz Festivali, New York'ta dünyaca ünlü Carnegie Hall gibi dünyanın pek çok yerinde ve uluslararası festivallerde sahne alma başarısı göstermiş bir 'başarı' sembolü.

İlk kez, Youtube'da, TEDxIstanbul sahnesinde, garsonluktan yıldızlığa erişen serüvenini dinlediğim Karsu'nun Aya İri’nin büyüleyici atmosferinde Turkcell Platinum İstanbul Night Flight konserinde sahnede nasıl devleştiğini hayranlıkla izledim.

Sesiyle, sanatıyla, yaşam biçimi ve sadeliğiyle..

O, yeteneği ile başımızı döndüren, yaşam tarzı ve yaptıklarıyla kalbimizde iz bırakanlardan..

Aya İrini konserinin ertesi sabahı, Brüksel'e uçmadan konakladığı otelde bir araya geldiğimiz Karsu, YeniBirlik için sorularımızı yanıtladı..

Karsu'nun yeteneği ailesinden mi geliyor, ailede müzisyen var mı?

Babam profesyonel -meslek olarak- değil, saz çalıyor, annem de enstrüman çalıyor.

Karsu'nun annesi psikoloji öğretmeni, babası ise sosyolog. Konuşmamız sırasında yanımızda olan anne ve babasının Hollanda'ya gidiş ve yerleşme hikayelerini diğer sohbetlerinde de anlatırken Karsu, babasının aslında çok fazla müzisyen olmak istediğine, ancak dedesinin izin vermemesi nedeniyle babanın ancak 21 yaşında kendi çabası ile saz çalmaya başladığına değiniyor. Bunu her fırsatta dile getiriyor sanatçı.

Hikayenizde sizi etkileyen biri var mı? Nasıl oldu müzikle tanışmanız ve sonrası..

7 yaşındayken en çok piyano çalmak isterdim. Sağ olsunlar anne ve babam araba yerine piyano aldılar. Ve yavaş yavaş çalmaya başladım. Sonra okulda bir yarışma vardı, deneme olarak katıldım. Kültürel bir yarışma. Orada da şarkı söyledim, kazanmıştım. Çok şaşırdım. Yıllarca piyano dersi alıyordum ve prova yapıyordum ama yarışmayı kazandığım için şaşırmıştım. Sonra çok güzel tepkiler aldım. Ve kendi kendime 'tamam' dedim 'bunu büyütmem ve daha iyi yapmam lazım.'

14 yaşından itibaren Amsterdam’daki aile restoranları Kilim’de sahne tecrübesi şansı buluyor Karsu. Ailesinin restoranında bir yandan garsonluk yaparken diğer taraftan müşteriler için piyano çalıp şarkı söylemeye başlıyor. "Kısa sürede Hollandalı müşteriler beni dinlemek için restoranımızın kapısında kuyruklar oluşturmaya başladı" diyen Dönmez, performansları övgüyle karşılanınca, Hollanda’da pek çok kültür merkezi ve salonda konserler vermeye başlıyor. New York’taki meşhur Carnegie Hall’a davet edilmesinin ardından Hollanda basınından büyük ilgi görüyor, ülkenin Norah Jones’u olarak tanımlanıyor.

16 yaşındayken Amerika’da kısa bir ara klasik müzik eğitimi aldım. Ondan sonra New York Carnegie Hall’da, konser verince dedim tamam şimdi 19 yaşımdayım bu mesleği çok seviyorum aslen çocuk psikoloğu olmak istemiştim. Dedim ki, '70 yaşında olunca hayatıma geriye dönüp bakmak istemiyorum. Keşke kelimesini söylemek istemiyorum. Şu anda yapmak istiyorum. Çünkü bir hayatım var sadece. Yapayım, deneyeyim, oluyorsa olur, olmazsa okula devam ederim.'

Tam o günlerde kendisini dinlemeye gelen belgeselci Mercedes Stalenhoef tarafından keşfediliyor Karsu. "Altın Buzağı" ödüllü Stalenhoef, çok etkilendiği Karsu’nun müzik kariyerini 5 yıldır takip ederken, bu başarı hikayesinin belgeselini yapmaya karar verir. Karsu’nun önlenemez yükselişini ve müzik yolculuğunu görsele aktaran yönetmen, genç yetenek Karsu’nun Hollanda ve dünyada tanınmasına büyük katkı sağlar.

3 kez sahne aldığı Carnegie Hall'e ilk çıktığınızda ne hissettiniz?

Amerika’da bir söz vardır. Taksiye bindiğinizde şoföre en hızlı Carnegie Hall’e nasıl gidebilirim diye sorduğunuzda şoför size “prova, prova, prova” der. Ben çok gençtim. 17 yaşındaydım. Orada konser vermek için davetliydim. Ama açıkçası Hollanda’da acayip patladım. Yani bir Türk kız caz yapıyor. Kombinasyon bile çok yeniydi. Televizyonlara, programlara ilk kez çıkıyorum. Hayatımda röportaj yapmadım. Okula gidiyordum. Babamın restoranında garson olarak çalışıyordum. Uçmadan bir gün önce internetten çalacağım yere, Carnegie Hall’e baktım. Herkes neden bu kadar şaşırıyor diye merak ettim. Görünce şaşırdım. Ben şimdi burada mı çalacağım dedim. Gittim. Acayip bir duyguydu ve tabii ki 17 yaşında olduğum için dedim ki bu hayatımda bir kere yaşadığım birşey. Bayağı rahattım. Çok da alışmıştım. Çünkü restoranda o kadar çok saatlerce çalmıştım ki o yüzden sahneye rahat gidiyorum. Güzel bir heyecan vardı. Korkak değildim. Tabii ki çok güzeldi. İkinci kez gittiğimde albümümün lansmanını yaptık. Daha iyi bir hazırlıkla gitmiştim. Üçüncü kez de iyiydi. New York’ta full orkestra ile yapmıştık. Çok güzel kişiler gelmişti. Hillary Clinton, Brad Pitt, Angelina Jolie… Dedim ki ben de Türk’üm. Ama bunu söylemem lazım. Her konser tabii ki çok güzel. Her yerde çalmak güzeldir ve ayrıdır. Kimin geldiğine çok fazla önem veriyorlar. Kim gelirse gelsin kim önde veya arkada oturursa otursun benim için fark etmiyor.

Karsu’yu dinlerken özündeki hüznü hissedebiliyorsunuz.. Karsu’nun duruşu birşeylere isyan mı?

Yeni şarkımın ismi “Sana Ne”. Sadece Türkiye‘de değil. Bazı kültürel baskılar. Gençlere karşı; okulu bitir, evlen, çocuk yap tutumu. Sadece o da değil. Hep bir dedikodu olayı. Gördün mü? Duydun mu? Ona karşı bir şarkı yaptık. Bunu kendi hayatıma ilham yapıyorum. Çok güzel tepkiler geldi insanlardan. Hayat benim hayatım. Ben yaşamalıyım diyenler oldu. Normal olarak ben çok kompleksli değilim. Savaşmayı sevmem. Ama bir durum olursa savaşırım.

Neden caz?

Özgürlük için.

Türkçe ezgileri caz ile birleştiriyor Karsu..

Türk televizyonlarını seyrettiğimde, parçaları herkesin aynı tarzda okuduğunu gördüm. Onların orjinal yorumlarına saygım var ama, ben daha farklı bir şekilde yorumlamak istedim. Bizim müziğimizi caz düşkünü bir gencimiz de dinlesin istedim. Benim çaldığım şekliyle de o türküyü klasik haliyle tanıyıp sevenler de dinlesin, köydeki ninem de dinlesin, sevsin istedim. Bu yüzden Türk geleneksel müziğinin özünü kaybetmeden, caz ve funk arasında gidip gelen bir tarz oturtmaya çalışıyorum.

Biraz sohbet, biraz eserleri, çok net olan bir gerçek var; Karsu Dönmez, ailesinin geldiği topraklara ve kültürüne sıkı sıkıya bağlı. Hayatı boyunca babasından ve menajerliğini de yapan annesinden çok destek aldığını dile getiren Dönmez, "Onlar beni pozitif kültürle büyüttüler. Türkiye'nin misafirperverliğini, insanlara karşı sıcak kanlı olmamız gerektiğini öğrettiler. Türkiye'nin yemek kültürünü, (Türkiye'ye dair) birçok şeyi kombine edip kendim oldum." diyor.

‘Gesi Bağları’, ‘Her Şeyi Yak’, ‘Çok Uzaklarda’, ‘İnci Tanme’, ‘Divane Âşık Gibi’yi piyano ve çello ile yorumlamak derken, Geçenlerde Kahır mektubunu yorumladı Karsu.. Youtube’da da videosu var. Oldukça da beğenildi..

Ben de beklemiyordum. Konserde anlatmıştım. Şarkı 30 dakika. Bu şarkıyı küçükken çok çok dinlerdim. Tabii ki full o şarkıyı yapsam tüm konser o şarkı olur. Ama bir gün yapılırsa çok güzel olur. Çünkü gerçekten zaten bütün notalar kafamda. Ama çok enteresan. Yani bayağı iyi bir proje oldu. Bir gün yine güzel olur. Belki bir gün özel bir Zeki Müren programı yaparsak oradan yine 15-20 dakikaya çekeriz bilmiyorum.

Bütün umudu konservatuara gidip müzik okumak olan Karsu, konservatuara alınmayan sanatçılardan. Başka yollar denediğinden söz ediyor, başka çözümler olduğunu düşündüğünden ama bu zor yolu tek başıma yürümemiş, en büyük destekçisi ailesi olmuş.

Baba, Alpaslan Dönmez, araya giriyor:

"Biz eşimle, bu ülkede (Hollanda) çocuk yapmaya karar verdiğimizde o çocuğun kendi ayakları üzerinde duran, özgüvenli bir insan olması gerektiğini düşündük, savunduk. Bunun şartı, bir becerisi olmasıydı. Bir sanat dalında veya resim, futbol yüzme gibi. Topluma aktif katılması lazımdı. Yani, toplumdan kopup kendi derneklerimize veya camiamıza kapanmamak lazım. Bizim iki kızımız olduğu için onların daha da güçlü olması lazımdı. Kızların donanımlarının daha güçlü olması gerekirdi. Dolayısıyla eşim eğitim uzmanı ve ben de sosyal bilimler uzmanı olarak çocuklarımızın kültürlerden kopmaması gerektiğini, dünyalı olmak için çok kültürü tanıması gerektiğine inandık. Spor ve sanata yönelmesi dışında pek çok dil bilmesi gerektiğini savunduk. Dolayısıyla çocuklarımızı sokakta oynamak yerine bir spor okuluna, hafta sonları baleye, haftada bir gün müziğe gönderdik. İlgilerini takip ettik. Severek yapması önemli. Müzik konusunda hassasiyetim var. Sahneyi hep çok sevmişimdir. Hollanda’daki ilk Türk tiyatrosunu kurdum. Kendi kendime üç dört parça saz çalmayı öğrendim. O zaman ki en az şartlarda müzik dalında entegre olmaya çalıştım. Bu nedenle bizden sonraki kuşaklara bunu aktarabildik. Şimdi ne güzel profesyonel sanatçılarımız, tiyatrocularımız, sporcularımız, siyasetçilerimiz oldu. Bence böyle güçlü olmak, böyle var olmak çok çok daha iyi. Yunus Emre Enstitüsü’nün Ankara Semineri’nde Karsu kapanış semineri verdi. Orada bir bakan yardımcısı veya müsteşardı sanırım, güzel bir konuşma yaptı:

“Bizim siyasetçiler olarak yapamadığımızı küçük bir Türk kızı yaptı.”

İşte orada bitti. Yani sanatın açamayacağı hiçbir kapı yok. Her gittiğim ülkede ‘Domates, Biber, Patlıcan’ın söylenmesi müthiş bir olay."

Karsu aynı zamanda bir toplum gönüllüsü. Yaptığı pek çok şey var. Amsterdam’da merkez tren istasyonunda, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen mültecileri karşılayıp onlara yardım etiğini birçok kez okumuşsunuzdur. Arkadaşıyla birlikte açtığı Happy Caravan okulu da oldukça konuşuldu/konuşuluyor.

Karsu..

İnanılması güç, peri masalı gibi bir yaşam ve kariyer.. Hep prenses olmak istediğini anlatıyor Karsu, olmuş da..

Kendine özgü, sıradan değil, yaptığı kaliteli müziğin hazzını yaşıyor.. En sıradan şarkıyı bile şahlandırabiliyor..

Karsu bir gerçeği çok iyi biliyor ve bunu yaşamında uyguluyor, ünlü sözde olduğu gibi,

başarı bir yolculuk, asla bir varış noktası değil.