Alışkanlık mı yaptı ne! Aslında bu sözü çok kullanır olduk son zamanlarda.

“İlginç bir toplumuz”. Birkaç kez benzeri cümlelerle yazıma başladığım olmuştur.

Alışkanlık mı yaptı ne! Aslında bu sözü çok kullanır olduk son zamanlarda. Ancak, artık “ilginç bir toplumuz” sözcüğünün de pek özelliği kalmamış gibi. Neredeyse, iki yıldan beri başımıza çöreklenen Covid-19 virüs belası bizi bizden aldı götürdü. Yaşamımızda oldukça radikal değişiklikller yaptı. İçinde boğulmak üzere olduğumuz korku sağanağıyla boğuşarak yarın ne olacağımızın endişesini aklımızdan hiç eksik etmiyoruz.

Evet, garip bir toplum olduk.

O özellikli kimliğimizden uzaklaşır gibi miyiz ne. Uzunca bir süreden beri bolca Araplaşmıştık, son birkaç yıldır Suriyelileştik, şimdi de hızla Afganlaşmaya başladık. Afganlaşırken bir farklı durum var, şimdiye dek gelenler; kadın, erkek, çoluk çocuk ailece gelenlerdi. Afganlaşırken tümünün erkeklerden oluşan bir göç akımı ile karşı karşıyayız.

İşte böylesine bir toplumsal bilinmezin veya başkalarının yarattığı kolonileşmenin yarattığı toplum kargaşasının içinde kendimizi arar durumdayız.

Aslında yıllar boyunca birçok yerden göçler almışız. O göçlerden gelenler, bu güzel Anadolu toprağımızın birçok bölgesine yerleşmişler ve vatanımızı, vatanları bilerek Al Bayrağımız altında yaşam birlikteliğimizi hakça paylaşarak, ülkemizin her şeyinden yaralanarak, yaşamlarını sürdürürken, üretime olması gerektiğinden çok daha fazlaca katkıda bulundular.

Onlar artık bizlerden birileri olmuşlardı ve özgürce yaşabilmek, üretime katkı sağlayabilmek ve ortak kullandığımız yasalar çerçevesinde paylaşabilmek, var güçleriyle bu vatana, bayrağımıza sahip çıkmışlardır. Onlar artık bizlerden birileridir.

Buna alışmıştık aramızda hiçbir fark yoktu. Üretimin her alanında, yaşamımızın her anında varlardı.

Bir süreden beri bu göç meselesi iyice derinleşmeye ve bazı endişelere yola açan bir şekle dönüşmeye başladı. Suriyeliler sorunu henüz gerektiği gibi çözülememişken şimdi de Afganlar göçüyle karşı karşıyayız. Bu göçün çok önemli bir farkı var ki, o daha da endişe verici olarak nitelendiriliyor. Gelenlerin genelde genç ve sadece erkek olmaları aile olmaması. Bu durum üzerinde enine boyuna durulması gereken bir soruna dönüştü ve ciddi önlemler alınmaya da başlandı.

Bunu neden yazdım durup duruken, anlatayım, uzun zamandır hiç gidemediğim, İstanbul’un en çok görülesi yerlerinden Taksim ve Beyoğlu’nda bir süredir görüntülere yansıyan durumunu gözlerimle görebilmek istediğim için, Taksim-Beyoğlu ve özellikle de İstiklal Caddesi’nde turlamak istedim.

İstiklal Caddesi İstanbul’un bambaşka bir yerine dönüşmüş. Birincisi; kimse pandemiden, korunma olan şu meşhur; “Maske-Sosyal Mesafe ve Hijyen”den söz etmesin artık. Hele hele sosyal mesafenin korunabilmesi için olması gereken toplu hareketlerden söz etmesin. Gördüğüm, caddede; yürümek hiç mümkün değil. Tüm İstanbul İstiklal Caddesi’ndeydi diyeceğim ama, orada gördüklerimin birçoğu Türkçe konuşmuyorlardı. Çoluk-çocuk kadın-erkek Arapça veya benzeri lisandan konuşanların çoğunlukta olduğu bir insan seli arasında yürümenin hiç de mümkün olamayacağı bir İstiklal Caddesi’ydi orası.

Birileri de bana, İstanbul’un nüfusu 16 milyon demesin. Gittiğimde gördüğüm Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde en azından o kadar kalabalık vardı.

Ve bir an düşündüm, Beyoğlu, İstiklal Caddesi Covid-19’dan muaf, orada pandemi uygulanmıyor muydu?

O güzelim Beyoğlu’nu ne hallere getirmişiz. Arap işgaline uğramış! Baktım baktım eski İstanbullulardan hiçkimseyi göremedim desem yeridir.

Şimdi, yukarıdakileri neden yazdığımı anlatabildim mi!

BİR TUTAM TEBESSÜM

TUZLU PORTAKALLA ARASI YOKMUŞ!

Yolda ürüyen bir adamın gözü, parkta bankta oturmuş, sürekli portakal soyan adama takıldı. Adam portakalları soyuyor, tuzluyor, sonra da, yanındaki çöp kutusuna atıyor...

Adamı bir süre izledikten sonra yanına gidip sorar:

- “Afedersiniz, güzelim portakalları soyup, tuzladıktan sonra çöpe atmanız garibime gitti de...”

Adam başını kaldırıp yanıt verir;

- “Efendum, benum tuzlu portakalla aram eyi değildur da...”