Türkiye'de yabancı sermayeli bankalar çoğunluktadır. Konsantrasyonları ise bireysel kredilerdedir.
Yani diğer bir deyişle borçla tüketimin beslenmesindedir. Yabancı sermayeli bankalar esas olarak kendi ülkelerinin mallarının satılması için borçla tüketimi beslemekte ve yüksek faiz talep etmektedir. Bu nedenle bu bankaların katkısının sınırlı olduğunu belirterek dünyanın 17. ekonomisi ölçeğindeki bir ülkenin sayıları 50 civarı olan (25 kadarını dikkate almak gerekir) bankaya mahkum edilemeyeceğini ortaya koymak gerekir.
Böyle bir ekonominin 200’den az bankaya sahip olması tartışılmalıdır. Bankacılık sistemindeki nicelik ve niteliğin birinci derecede sorumlusu olan kurum BDDK’dır. BDDK tavrını ve tarzını yeniden şekillendirmelidir. Yahut TCMB’ye bu görev yeniden tevdi edilmelidir. Yüksek sermaye gerekleri ile BDDK’nın banka yatırımcılarını caydırması ve bu nedenle uzmanlaşmanın sağlanamaması sorunludur.
Talep edilen sermayeyi sunacak gruplar global bankacılık yapmak durumunda kalmaktadır. Veya sermaye temin edilememekte bu nedenle kaldıraç kullanılmamaktadır. En nihayet banka sermayesi ile sahip olunan bir organizasyon şemasından başka şey değildir. Bir organizasyon şeması için sermaye tarafında zorlanmak sistemi bir yönüyle oligopol diğer yönüyle oligopson olan bir yapıya terk etmektir.
Türkiye ekonomisi banka sayısını makul şekilde çoğaltamazsa bunu bir kerede yapmak zorunda kalacaktır. Bu durum yol kazalarına neden olabilir. Oligopollü yapı risk grubu tanımı nedeniyle milli projelerin gerçekleştirilmesi önünde dahi sorundur.
Bu şartlar altında refahın bir diğer kaynağı olan kredibilite sağlanamamaktadır. Mesela Batı ekonomilerinin refahının kaynağı kredibilitedir. Kredibilitenin alternatifi banka hesabıdır ki bunu temin, hiçbir ekonominin başaramayacağı kadar güçtür.
Sistemin yetersiz büyüklük nedeniyle banka temelli dahi olamaması ise ayrı bir sorundur. Bugün dünyada girişim sermayesi, risk sermayesi gibi şirketlerin hayli faal olduğu göz önüne alındığında Türkiye’de bu alanda yatırımların çok sınırlı olduğu açıktır. Türkiye sermaye piyasalarının geliştirilmesi için dünyanın en güçlü varlık fonlarından birine sahiptir. Ancak henüz katkısı ortaya çıkmış değildir.
Kısaca Türkiye’nin ilk 10 ekonomi arasına girmek üzere kurduğu hedefin finansal alandaki düzenlemeler ve yatırımlardan geçtiğini bilmek gerekir. Kaybedecek vakit yoktur. Savunma sanayi ihracatının, otomobil ihracatının dahi kredisi ile beraber sağlandığı dünyada üretim deseni nedeniyle ihracat odaklı olması gereken bir ekonominin pozisyonunu sağlamlaştırmak için finansal alanda güçlü adımlar atması gerekmektedir.