Bugün; yarın köşemde yayınlanacak yazı için bilgisayarımın başına geçtim.
Her zaman yaptığım rutin şeylerden birini yaptım ve yazı yazıya başlamadan önce internette neler var diye bakmak için şöylesine bir dolaştım.. Bazen oldukça ilginç paylaşımlara rastlayabiliyoruz. Bu tür paylaşımları oluşturduğum bir özel klasörde toplar ve zaman zaman da gazete yazılarıma aktarırım.
Bugün de öyle oldu. Face’de balıkların kabadayısı ile ilgili bir yazıya rastladım. Özelikle Karadeniz’de yetişip, Ege’nin hemen hemen heryerine kadar giden ve “denizlerin kabadayısı”, “en hırçın balığı” olarak bilinen Lüfer ailesi ile ilgili çok güzel, öykü gibi bir yazı gördüm ve bugünkü yazıma aktarmak istedim. Zaman zaman balık konulu yazılar yazdığım olmadı da değil.
Adına lüfer dediğimiz ve lezzeti, çeşitliliği ile en çok tercih edilen balıklardan birini anlatan yazı şöyleydi;
“Onun adı Pomatomus Saltatrix. Karadeniz'de çıkar yumurtadan, ağaç yaşken eğilir misali daha 3 cm boyundayken bile ilaryaları kovalayacak cesarettedir. Büyür, o yağlı güzel Karadeniz hamsisini yemeye başlar, hem de daha kocaman olmadan...
“Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kastamonu darken, Zonguldak geçilir, bir de bakmışsınız ki bizim ufaklık delikanlı bir Çinekop olmuş”,
Heyecanla beklediği memleketine, İstanbul Boğazı’na giren Çinekoplar, bu sefer Boğaz’ın en lezzetlisi, İstavritlerine göz koyar, doyurur kendini iyice boy atar, olur yağlı bir Sarıkanat”.
“Artık sadece balıklarla beslenen bir Predatör’dür. Kendi cinsi dahil uçan, kaçan her balığı, jiletten keskin dişleri, çeliği kesen güçlü çenesiyle tek darbede parçalar. Bu hırçınlık ve beslenme alışkanlığı bizimkine yarar, Boğaz’da, akıntılarda yüze, yüze, iyice parlayan, belirginleşen pullarıyla endamı güzel, kendisi güzel bir Lüfer olur”.
“Artık babayiğittir, gören balıklar “aman diler” yüzüşünden, gecelerin adamıdır, gafil avlar koca koca Kefalleri, Zarganaları”.
“Boğaz dar gelir Marmara'da eser geçer Kofana olur”.
“Çanakkale'yi geçer bir selam çakar Seddülbahir'e, çıkar Ege'ye”..
“Ege’de, balık çiftliklerinde bekçilik yapmaya başlar, kaçanı affetmez. Ispendekleri (30 cm’den küçük Levrek), Lidakileri (Çipura’nın küçüğü) çekirdek gibi yer, büyür, öyle olunca ona SIırtıkara derler”...
*Öyle bir balıktır ki, doğumundan, ölümüne neredeyse her santim büyümesinde ismi değişir. Defne yaprağı, Çinekop palazı, Çinekop, Kaba Çİnekop, Sarıkanat, Lüfer, Kaba Lüfer, Kofana, Sırtıkara... Her boyda ismi değişse de, değişmeyen tek şey, kaderidir*.
“Bu bizim alımlı, çalımlı yağız, delifişek balığımız ve artık maalesef ki, yok olmakla yüz yüze. Bugün bu balığı yaşatmak, öldürmekten çok daha kıymetli... Av limitlerine riayet edin, balığı yaşatın, keyfini yaşayın. Balıklar bu kıyağı asla unutmaz”
Bu kaybolmaya yüz tutan efsane bir balığın öyküsü.
Kaybolan balıklarımızdan söz ederken ben de bir gerçek öykü anlatayım;
“Sahillerimizdeki balıkların kökünü kuruttuk.. Yıllar önce lise yıllarımızda Rize’de; olta, ağ balıkçılığında (bizim 300 kulaç Barbun ve Kalkan ağlarımız vardı), gece lüks lambası ile tuttuğumuz Zarganaları şöyle bir anımsadım. Ağlarla, Tekir, Barbun, İzmarıt, Skorbit, Kalkanları, Olta ile; İstavrit, Büyük İstavrit, Palamut, Uskumru, Lüfer ve çaparilerimizi karıştıran; balık olmadığında, eve boş gitmeyelim diyerek çapari ile tuttuğumuz kocaman havyarlı Mezgitleri unutmak ne mümkün”.
“Hele hele; Komşu mahallemiz Hamuda sahilindeki efsane Büyüktaş’ın başında oltalarla yakaladığımız İstavritler, misina ucundaki kaşıkla yakaladığımız Zarganalar unutulur mu”.
“Ya, küme halinde sahile inen Hamsileri kovalarla yakalamamız. En unutamadığım ise rahmetli babamın sahilden serpme ağ (saçma) atarak yakaladığı Kefaller nasıl unutulur ki”.
“Bunlar artık yıllar öncesinde kalan ve giderek nesli tüketilen balıklarla ilgili düşündürücü, hazin bir öykü gibi değil mi!”.