Kurtuluş Savaşı'nın cesur anneleri gibi Diyarbakır Anneleri de bölgenin üzerine kapatılan korku perdesini yırttı attı! Ve kandırılan evlatlar bu topraklara olan 'aidiyet' duygularıyla birer birer kaçıp gelmeye başladı...
Etnik kimliğine, dinine, diline bakmadan kök aldığı topraklara vefasını, bağını, geleceğe yönelik umutlarını bağlamanın ve yaşatmanın adıdır AİDİYET... Neredeyse her yazımın ve her gittiğim yerdeki cümlelerimin eylemini yüklediğim duygudur ‘aidiyet’...
Ve dünyanın çalkalandığı son süreçte çok daha fazla ihtiyacımız var... Yazımın sonunda çok daha iyi anlayacağınız bir notumu paylaşmak istiyorum... İtiraf edeyim bu kadar samimi özeleştirilerle karşılaşacağımı bilmiyordum! Erbil’de kitaplar bana hediye edilirken ‘Kürt Tarihine’ dair bilgileri okuyacağımı ve bu bilgilerin de hep Kürtlerin mağduriyetinden yana olacağını tahmin ediyordum...
Kitaplarda Kürtlerin ve Ortadoğu’nun toplumsal, siyasi, kültürel, dini tarihiyle birlikte özeleştiriler de fazlasıyla vardı... Bu özeleştiriler arasında beni en etkileyeni Masoud Barzani’nin “11 Eylül 1961 Ayaklanmasını” anlatırken yazdıklarıydı! Aynen şöyle diyordu Barzani; “Kimi zaman devlet içinde devlet gibi hareket ediyorduk. Kasım rejimiyle kurduğumuz ilişkiler çoğu zaman hikmete ve ileri görüşlülüğe dayanmıyordu. Bu da Kasım’ın kafasında ‘acabalar’ ile başlayan vatanın bütünlüğüne dair endişelere neden oluyordu.
KDP ve genel başkanı Barzani, Kasım’ı yalnız bırakmayıp siyasal komplocuların oyunlarını boşa çıkarmalıydılar...” Dönelim günümüze... Kürtler modern insan mantığıyla ‘özgürce’ iradesini ortaya koyarak üzerine zorla geçirilen terör ilmeğinden kurtulmanın rahatlığıyla nefes almaya başladı artık...
Geçmişin gölgesinden ve evlatlarını maşa niyetine ateşe tutanlardan kurtulmak gerekiyordu. Bunun tarihe geçen ilk örneğini de yine ‘anneler’ verdi. Kurtuluş Savaşı’nın cesur anneleri gibi Diyarbakır Anneleri de bölgenin üzerine kapatılan korku perdesini yırttı attı! Ve kandırılan evlatlar bu topraklara olan ‘aidiyet’ duygularıyla birer birer kaçıp gelmeye başladı...
Bir şey söyleyeyim mi; bu toprakların insanı gerçekten çok farklı! Vatanından uzak kalınca başka hangi milletin burnunun direği sızlar? Ya da başka hangi ülkenin taşına, toprağına, suyuna, börtüsüne, böceğine kokusuna ve daha nice nimetine bunca şarkı, türkü, destan, şiir yazılmış? Kürdü de, Türkü de, Lazı da, Romanı da aynı aşkla çeker vatan hasretini...
Dünya üzerindeki Kürtler dört ülkede yoğunlaşmış olarak yaşıyor. İran, Irak, Suriye ve Türkiye. İran, Irak ve Suriye’de Kürtler lokal alanlarda gruplaşarak yaşamış, yaşıyor... Fakat Türkiye’deki Kürtler tablosuna baktığımız zaman çok farklı, çok güzel, çok kıskanılan ‘aidiyet duygusuyla’ ortaya çıkıyor. Türkiye haritasında Kürtler her şehirde, her semtte, her mahallede ‘Türkiye Vatandaşı’ olarak özgürce yaşıyor...
Nihat Özdemir gibi TFF Başkanı da oluyor Sezgin Baran Korkmaz gibi ayakkabı boyacısı o çalışkan çocuk halinden, geçmişinden, memleketine vefasından kopmadan dünyanın tanıdığı başarılı bir isim de oluyor...
İşte kilit nokta tam da bu! Türkiye’de Kürt olmak saydığım diğer üç ülkeden çok farklı bir konumda. Bunun adı da tam olarak ‘aidiyet duygusuyla vatandaş olmak’... İçte ve dışta bu durumdan rahatsız olanlar her daim eteğindeki taşları dökmenin fırsatını kolladı, kolluyor, kollayacak...
Son günlerde sosyal mecradan adeta meteor yağmuruna dönüştürülmeye çalışılıyor bu olumsuzluklar! Her yeni güne yeni bir ayrıştırma hashtagi ile uyanıyoruz! Hatta öyle çok gaza gelenler var ki, kendileriyle birlikte tanıdık tanımadık herkesi de bu girdaba çekmeye çalışıyorlar. Maalesef bölge insanı olarak bu durumdan ben de payıma düşeni alıyorum! ’Nasıl Kürtsünüz, neden tepki vermiyorsunuz, neden yazmıyorsunuz, neden susuyorsunuz’ vs vs vs... Şahsıma yöneltilen bunca eleştiriye ben de diyorum ki; olayın aslı faslı nedir bi öğrenelim, az sakin olun, hemen gemileri yakmayın ayrıca ‘Şeytan’ın elimize verdiği taşla’ neden birbirimizi taşlıyoruz? Ortada bir yanlışlık ve haksızlık varsa usulünce ayrışmadan hep birlikte ‘duyarlı vatandaşlar’ olarak tepki vermemiz gerekmiyor mu? Neden her adli olay etnik mağduriyete dönüştürülür? Nurlar içinde uyusun geçtiğimiz aylarda bir genç yüksek ses ikazı yüzünden öldürüldü. Bu acı olayda kullanılmaya çalışılsa da vefat eden gencin babası acısını bir kenara bırakıp toplumsal sukünet adına olayın gerçek yüzünü anlattı. Acıdan beslenenlerin hevesi de kursağında kaldı!
Bir Kürt kadını olarak bu konuda Masrour Barzani’nin yazımın başında yer verdiğim eleştirilerine katılıyorum; “Kimi zaman devlet içinde devlet gibi hareket ediyorduk! Yönetimle kurduğumuz ilişkiler çoğu zaman hikmete ve ileri görüşlülüğe dayanmıyordu...” Ayrıca müsaadenizle bir özeleştiri de ben eklemek istiyorum. Her yıl çok yüksek rakamlarda kişi tarım işçisi ve turizm sektöründe çalışmak için bölge dışına gidiyor. Peki neden? İş, sanat, siyaset, bürokrasi alanlarında sayısız Güneydoğulu güçlü isim varken ‘biz neden bölge dışına iş için taşınıyoruz’ diye sorulmuyor? Ya da sandıklardan çıkan HDP’li vekillere ve belediye başkanlarına ‘verdiğimiz oyların hesabını verin’ diye neden sorulmadı yıllarca? Yatırıma ve hizmete harcanması gereken paralar neden terör örgütüne aktarıldı? Etnik mağduriyetlerimizin dipsiz kuyulara atılma zamanı çoktan geldi geçi artık! Çünkü dünya gibi biz de sıkıldık ayağımıza zincirlenen kösteklerden! Bu ülkede vatan bilinciyle işinin hakkını başarıyla veren herkes her noktada güçlü bir şekilde yer alabiliyor!