Yedi tepe üzerine kurulu İstanbul'un o ünlü tepelerinden Boğaz'a, Haliç'e ve aklımızda kalan o muhteşem yerleriyle İstanbul'a bakmak bir başka keyifti.
Bu sıralarda okuldaki ders günlerimin dışında kalan boş zamanlarımı İstanbul’u dolaşarak geçirmeye bir merak sardım ki, sormayın.
Yaklaşık bir yıl önce arabamı sattım ve evden dışarı çıktığımda toplu taşıma araçlarını kullanmayı alışkanlık haline getirdim. İstanbul’un iki yakası arasında toplu taşımayı kullanarak gide gele karşılaştıklarımı anlatmaya kalksam kitaplar doldurabilirsiniz.
Yazacak o kadar çok şey var ki. Sosyal yaşamdan yansıyanlarıyla, artık iyice karmaşık, içinden çıkılamaz hale gelen trafiğiyle, eski otantik görüntüsünü ve yaşam özelliklerini mazide bırakan semtleriyle, İstanbul eski İstanbul olmaktan çoktan çıktı.
Yedi tepe üzerine kurulu İstanbul’un o ünlü tepelerinden Boğaz’a, Haliç’e ve aklımızda kalan o muhteşem yerleriyle İstanbul’a bakmak bir başka keyifti. Artık ondan hiç eser kalmadı. O meşhur dereleri, ve onların etrafındaki yeşil alanları, tarihin güzelliklerini yansıtan kültür varlıkları, semt kültürünün en güzel fotoğrafını süsleyen, artık fotoğraflarda kalan semt sosyal yaşamını ve oralarla özdeşleşen kültürü yansıtan o güzel İstanbul’dan geride pek de fazla bir şey kalmamış. Aklıma; Güftesi Yahya Kemal Beyatlı, Bestesi Münir Nurettin Selçuk’a ait olan ve Münir Nurettin Selçuk’un güzel yorumuyla dillerden düşmeyen, klasikleşen, İstanbul’u en güzel anlatan o muhteşem şarkı geldi: “Sana Dün Gece Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul”
Tepelere kadar tümüyle yeşil olan o güzelim boğaz kıyılarını süsleyen tarihi yalılar etraflarına kontrolsüzce yerleşilen çok katlı binaların gölgesinde, adeta güneşi göremez durumdalar. Yedi tepe arasından doğan güneşin tüm güzelliğini ortaya çıkardığı İstanbul’dan güneş bile pek mutlu değil. O güzelim kültür varlıkları arasındaki ahşap evlerin zenginliğini yansıtan o tarihi semtlerdeki otantik yaşam biçimine doğan güneş pek de etkili olamıyor.
Olamıyor, çünkü; şehrin her tarafına yayılan, İstanbul’un bağrına hançer gibi saplanmış olan çok katlı plazaların gölgesindeler artık. Boğaz boyu vapurla yolculuk sırasında kıyılarında görebildikleriniz, o eski İstanbul keyfini vermiyor.
Yıllar öncesinde, taa üniversite yıllarımdan aklımda kalan; plazaların, yüksek binaların; Yapı Kredi binaları, sonrasında Sabancı Center’lar ve İş Bankası binalarıyla ve sadece o bölgenin plazalar bölgesi olacağı söylenen Maslak Bölgesi, o zaman çok özellikli bir bölgeydi. O zamanlar çoğu insanlar, sadece o plazalar bölgesini görmek için fırsat bulabildiğinde maslak yolundan otobüsle veya kendi özel araçları ile gider, gelirlerdi. Maslak, çok yıllar önce o dillere destan özelliğini kaybetti, özellikli olmaktan çıktı. İstanbul’un her tarafı plazalar bölgesine dönüştü. Betonlaşma egemen oldu, yeşil alanlar neredeyse yok olmak üzere.
İstanbul’un tanıtımında mutlaka söylenen o yedi tepeden, yedi tepe yamaçlarında şırıl şırıl akan irili-ufaklı derelerden kimseler söz edemiyor artık, çünkü; yok edildiler artık. İstanbul da birçok su kaynağı vardı ve birçok su kaynağından beslenen tarihi çeşmeler hala varlar ama çoğundan su akmıyor artık.
Ahh Güzel İstanbul, seni neylemeli!
BİR TUTAM TEBESSÜM
TRAFİK POLİSİ
Trafik polisi, oto yolda kontrol için çevirme yapıyormuş. Geçen bir aracı durdurmuş.
Polis; “Tebrikler beyefendi, bugün emniyet kemeri takan ilk kişi sizsiniz. Size bin lira para ödülü veriyoruz. Bu para ile ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
Sürücü; “Aaa iyiymiş. Ehliyet alırım o zaman” diye yanıt vermiş.
Polis; “Ehliyetiniz yok mu?!”
Soruya karısı yanıt verir; “Siz ona bakmayın memur bey. Biraz sarhoş da, ne dediğini bilmiyor!”
Polis bu yanıt karşısında şaşkın şaşkın bakarken, arka koltuktan bir ses; “Ben size çalıntı araba ile yola çıkmayalım, polis çevirir demiştim!”
Şaşkınlığı geçen polis, tam tepki verecekken, bagaj tarafından başka bir ses daha gelir;
“Ne oldu, neden durduk yahu, sınırı geçtik mi?”