Kavramlar hayati derecede önemlidir. Çünkü kavramlar olmazsa hiçbir şey düşünemeyiz, anlamlandıramayız ve konuşamayız.
Kavramlar hayati derecede önemlidir. Çünkü kavramlar olmazsa hiçbir şey düşünemeyiz, anlamlandıramayız ve konuşamayız. Yani hayvanlar aleminden farkımız kalmaz ve bizi biz yapan, insanı insan yapan hasletlerden mahrum kalırız. Mantık’taki tabirle “hayvan-ı nâtık” yani konuşan ve düşünen canlı olmaktan ayrı düşeriz. Bu durum da bizi “nakıs” eder. Türk Dil Kurumu, kavramı şöyle tanımlar: Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı...
Eğer zihnimizdeki nesneleri ve düşünceleri tasarlayamazsak anlamlandıramayız. Anlamlandıramadığımız zaman da konuşamayız (Buna rağmen konuştuğunu zannedenler var, siz onlara itibar etmeyin!). Konuşamadığımız zaman ise derdimizi anlatamayız ve kimseyi de anlamayız. Ortaya çıkan şey kakafoniden öteye gitmez. Bir de kavramlara hangi anlamları atfettiğimiz ve o kavramlardan ne anladığımız önemli. Eğer kavramlara farklı tanımlar getirirsek yine anlaşamayız. Şunu diyebilirsiniz; “Anlaşmak zorunda mıyız?”. Cevap çok net; “Tabi ki değiliz!”. Fakat istesek de istemesek de aynı toplumda yaşıyoruz ve yüz yüze bakıyoruz. Dolayısıyla en azından bir diyalog kurmak zorundayız, eğer dağ başında yaşamayı tercih etmiyorsak.
Bir düşünceye katılıp katılmamamız ya da inanıp inanmadığımız hiç önemli değil. Önemli olan aynı kavrama aynı manayı vermek zorunda olduğumuz. Ben bir kavramı “A” diye tanımlıyor ve bütün argümanlarımı, söylemlerimi “A” üzerinden anlatıyorsam karşımdaki kişi de “A” üzerinden anlamalı. Karşımdaki kişi benim “A”dan kastettiğimi “Z” diye anlıyorsa orada bir diyalog ortamından söz etmek mümkün değil. Olsa olsa iki kişinin birbirinden bağımsız karşılıklı monoloğu olur ki bu da gürültüden ve zaman kaybından öteye gitmez. Tekrar ediyorum aynı şeye inanmak zorunda değiliz.
-Peki, karşımdaki kişi her kavrama benimle aynı tanımı vermek/yapmak zorunda mı?
-Tabi ki değil!
Zorunda olduğumuz tek şey konuştuğumuz kavram için ortak bir tanım bulmak, üretmek.
Birkaç yüzyıldır ya da hadi Tanzimat’tan başlatalım, o günden bugüne içinde bulunduğumuz/yaşadığımız süreçte insani, zihinsel, kültürel ve en önemlisi maalesef bizi direkt etkilediği için siyasi sıkıntıların ve çalkantıların asıl müsebbibi sizce de kavramları doğru düzgün yerine/yerinde kullanmadığımızdan kaynaklanmıyor mu?!
-Katılsak da katılmasak da ortak bir dili bulmak/kullanmak/konuşmak çok mu zor?
-Maalesef zor!
Fakat bunu yapmak zorundayız.
Kısa bir örnek vereyim: Hani olağanüstü hâldeyiz ve 7 Ağustos’taki Yenikapı ruhundan, “birlik ve beraberlik”ten bahsediyoruz ya... Peki, sizce kim ne anlıyor ya da anlamak istiyor “birlik ve beraberlik”ten? Mesela dün Külliye’de yapılan Adlî Yıl Açılışı’nı düşünelim ve Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bahçeli’nin “birlik ve beraberlik” algısı/tanımı ile Kılıçdaroğlu ve Feyzioğlu’nun “birlik ve beraberlik” algısı/tanımı nedir ve arada nasıl bir fark var sizce? Bence arada uçurum var. Yukarıda yazageldiğim sorunlar/kavram karmaşalar, içinde bulunduğumuz olağanüstü hâl sürecinde de maalesef fazlasıyla etkisini gösteriyor. Mesela “birlik ve beraberlik”ten, “cemaat”ten, “imam”dan, “himmet ve nifak”tan, “ağabey ve abla”dan, “cihad”dan, “şahadet”den, “demokrasi”den (bunları çoğaltabiliriz) ne anlıyoruz? Ne ise nasip olursa önümüzdeki yazılarda bu ve benzeri kavramlardan bahsetmeye devam edeceğim.