İhraç ürünlerinde ve her türlü faaliyet - yazışma evraklarında "Türkiye" ibaresinin kullanılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı genelgesi Resmî Gazete'de yayınlanıp yürürlüğe... Ve "Made In Türkiye" ile aklıma sayısız fikir geldi...
Hemen söyleyeyim bu slogan benim; “7 Renk 1 Ahenk Türkiye...”
İhraç ürünlerinde ve her türlü faaliyet - yazışma evraklarında “Türkiye” ibaresinin kullanılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı genelgesi Resmî Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe... Ve “Made In Türkiye” ile aklıma sayısız fikir geldi...
“Made In Türkiye” yani; Türkiye kokulu, Türkiye nefesli, Türkiye dokulu, Türkiye ruhlu, Türkiye Can-lı, Türkiye’ye sevdalı, Türkiyeli... Tıpkı sen gibi, ben gibi, o gibi, BİZ gibi; “7 Renk 1 Ahenk Türkiye” gibi...
Rengi, dili, dini, mezhebi, etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı ibaresiyle aidiyet temelinde birleşmek... Çanakkale’de, Malazgirt’te, Sarıkamış’ta, Anadolu’da ve tüm Kurtuluş Mücadelesi cephelerinde olduğu gibi; vatan için “Made In Türkiyeli” olmak...
Farkında mısınız çoğu zaman aynı şeyi zikrediyor, hissediyor ve yaşıyoruz bir anda anlamsızca beliren “ben” duygusuna kadar... “Ben ve benden olan” diye üstün olmaya çalıştığınız tam da o yerde “bi dakika dur bakalım evet -sen- varsın da; ben de varım, öbürü de var, öteki ve niceleri de var... Evet, sen vatan uğruna hiç düşünmeden can verdin de; ben de, o da, öbürü de seninle omuz omuza tüm cephelerdeydik... Ve senden önce belki de ben vardım bu topraklarda, belki de senden önce ben savundum bu vatanı; kim bilir? Herkes ben ve benden olan diye diretirse bu çekişmenin sonu gelmez ve kaos, sorun, acı, gözyaşı peşimizi bırakmaz...” demezler mi? Derler tabii ki...
Velhasıl kelam “sen-ben-o” değil aidiyet duygularıyla BİZ olmak şiyarı ile hareket etmeli...
Gelin “ben ve benden olan” ne zaman-neden belirdi masalını hep birlikte okuyalım...
Kainatın yaratılmasıyla her şey gibi insan nesli de zamanı gelince yaratıldı... Ve zamanla insan nesli farklı renklerle, farklı dillerle, farklı kültürlerle, farklı dinlerle sentezlenip kendine has farklı lezzetler kazanmaya başladı... Sonra insan nesli “ilkel kapitalizmi” keşfederek maddi kazanım-statü donelerine sahip olmak için güç devşirme güdüleriyle hareket etmeye başladı... Merkez odaklı güç devşirme girişimi için kitleye, kitleyi elde etmek için ayrışmaya, ayrışmayı elde etmek için de farklılıkları kullanmaya ihtiyaç vardı... Ki öyle de oldu! İnsan nesli farklılıklar üzerinden ayrışmak konusunda öyle başarılı oldu ki; bu durum giderek artan bir şiddetle devam etti...
Burada hemen bir parantez açmak istiyorum çünkü her daim üst kademeden yönetilen ayrıştırma oyunları farklı versiyonlar ile devam etse de insanlık üzerindeki etkisi zamanla azaldı azalmaya da devam ediyor... İletişim çağının tüm oyunları bir bir deşifre ederek insanlığın gözleri önüne sermesiyle makamlar, tahtlar ve tabular tarumar olmaya başladı... Özetle insanlık artık yemiyor global ve lokal oyunları...
Masalımıza dönelim dersek, evet farklılıklarını birbirini tamamlayıp güzelleşmek yerine savaşmak, ayrışmak, nemalanmak için kullanmayı seçmişti insan nesli... Dünyanın büyük, mesafelerin uzak, kültürel kaynaşmanın imkansız olduğu süreçler başlamıştı böylelikle...
Öyle ki aşireti, dini, dili, rengi, mezhebi, kültürü dışından olanla yan yana gelmek bile yasaktı...
Gel zaman git zaman mesafeler azaldı, dünya küçüldü, insan nesli bu kalıplardan sıkılıp çatlaklardan firar etmeye başladı... Bu firarlarla birlikte birbirini tanıyan, kaynaşan, seven ve hatta aşkla bağlanıp “melez evlatlar” dünyaya getirenlerin sayısı artmaya başladı... Özetle kimi vicdanına, kimi mantığına, kimi entellektüel zihnine, kimi yüreğindeki insan sevgisine, kimi de aşkına daha fazla direnemeyerek “sadece ben ve benden olana değil aidiyet duygularıyla biz olanlara” yöneldi... Ki doğru olan da buydu çünkü kainat üzerinde sevgi-saygı çerçevesinde yaratılan her zerreyi olduğu gibi kabul etmek; hem Yaradan’a hem de hukuki, vicdani, ahlaki tüm etik değerlere gösterilmesi gereken bir saygıydı...
Ve günümüze bakınca hangi soy, hangi boy, hangi kültür, hangi din, hangi dil aslıyla kaldı ki diye sormak gerekiyor... Toprağın altından çıkan tarihi eserlerdeki yazıları hangimiz biliyor, hangimiz okuyor, hangimiz kullanıyor? Hepsi değişmiş veya unutulup gitmiş! Kalan ve değişmeyen tek şey ise; saygıyla ve sevgiyle elde edilen duruşa sahip insanların ismi... Ünlü bilim ve ilim İnsanı Melaya Ciziri ne güzel anlatmış bu durumu; “ne ateş, ne hava, ne su, ne de toprak... Bu dört elementin hiçbir anlam ve değeri yoktur yüreğinizde beşinci element sevgi yoksa...”
Çatlaklardan kaçıp tanışan ve kaynaşan insan nesli zamanla “aidiyet ve toprakları adına birlikte mücadele etmek ruhuyla “Ulus Devlet” kavramı altında toplanmayı seçti... Böylelikle yönetimlere düşen de; sınırlarının birlikte müdafaası, huzuru, gücü, refahı, kalkınması adına BİZ çerçevesinde vatandaşlık oluşturmak oldu... Yani ülkesi adına canla başla mücadele edenler, emek verenler, üretenler, saygısını ve sevgisini esirgemeyenler, o vatandan soy alıp soy verenler vatandaşlık kriterlerini belirlemeye başladı...
Bunu geçmişte en iyi uygulayan Osmanlı Devleti oldu... Osmanlı bir döneminde uyguladığı yasal, kanuni, idari, vicdani “vatandaşlık kavramı ve uygulamaları” ile belki de dünya tarihinin en başarılı ve en güçlü devlet yapısına sahip oldu...
Bunca cümleden sonra aklımda kalan şu cümle oldu; kadınıyla, erkeğiyle, evlatlarıyla, kadim tarihiyle “7 Renk 1 Ahenk Türkiye” olmak...