PARAYI VE KADINI TAKİP ET

Alican DEĞER 15 Ağu 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Eski cinayet dedektifleri aradıkları zanlıya ulaşmak için onun karısını veya sevgilisini takip ederlerdi.

Eski cinayet dedektifleri aradıkları zanlıya ulaşmak için onun karısını veya sevgilisini takip ederlerdi. Sanırım hala aynı yöntem uygulanıyor. Çünkü kadını takip edersen eninde sonunda gideceği yer zanlının yanı olacaktır. Terör örgütlerinde işler biraz daha karışık. Kadını takip etmek yeterli gelmeyecektir. Bu noktada da parayı takip etmek gerekiyor. Çünkü para yoksa organizasyon da yok. Para yoksa, süreklilik de yok. Para yoksa, hiç birşey yok. FETÖ terör örgütünün üç  büyük para kaynağı olduğu görülüyor. Birincisi, dersaneler, okullar. Yani eğitim sisteminin kötü olmasından dolayı çaresiz kalınarak çocuklarımızı yolladığımız para akıttığımız yerler. Bunlar kesildi. İkincisi devlet ihaleleri. Devlete sızan örgüt militanları ihaleleri istedikleri gibi yönlendirdiler. Bizim cebimizden örgütün cebine para akıttılar. Namuslu tüccar bunlarla rekabet edemedi. Kendilerine “Hizmet” adını koyduklarını açıklamadan yıllar önce, yani daha “Cemaat” diye anılırlarken bile, satınalma komisyonlarında bu söz bir şifreydi. Teklif veren şirkete “Hizmetten” denmesi işi almak için yeterliydi. Devletin kan damarlarına sızmış böylesi bir örgütün bunu para kazanmak için kullanmaması zaten düşünülemez. Bu da kesildi veya kesilmeye çalışılıyor. Şimdi yapılması gereken bu noktada da parayı takip etmek. Bu satın alma komisyonlarında kimler hangi şirketler için karar verdi. Zaten hepsi belgeli. Kısa bir süre bakmak bile zinciri görmek için yeterli.

Örgütün üçüncü kazanç kapısı ise “Himmet” adını verdikleri para toplama yöntemi. Bu parayı sıradan halktan, esnaftan topluyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla da günlük operasyonlar bu para ile dönüyormuş. Abiler, ablalar, evler gibi günlük para harcanacak yerler bu para ile var oluyormuş. Artarsa da yurt dışına transfer oluyormuş zaten. Bu nokta da artık çalışamaz. Para verecek kimseyi bulamazlar, onu bulsalar para gönderecek kuryeyi bulamazlar. Örgüt artık boğulmak üzeredir. Çünkü böylesi bir organizasyon para olmadan yürütülemez.  Terör örgütleri militanlarını ağır ideolojik baskı altında tutarlar. Yapılan herşeyin ideolojik bir açıklaması vardır. FETÖ’de ise sıradan terör örgütlerinden farklı olarak ideolojinin üstüne, din maskelemesi kullanılmış. Bunların üzerine de “Çıkar-fayda” eklenmiş. FETÖ, “faydacı” bir çıkar grubu üzerinde yükselen dini kendince yorumlayıp kullanmaya çalışan bir terör örgütü. Çıkar, yani para ortadan kalktığında, üzerinde durduğu sac ayaklarından biri çökmüş olacak. Atama, tayin terfi gibi faydalar da sağlanamayınca ikinci ayak da gidecek. Şimdi sadece hurafelerle, Fetullah Gülen’e insan üstü dini bir kimlik kazandırarak ayakta durmaya çalışıyorlar. Bunun da yalan olduğu yakında ortaya çıkacak. Sadece zaman meselesi.

Fetullah Gülen’i nasıl gördüm?

Herkes itiraf ediyor ya. Sıra bende. Ben de itiraf edeceğim. Fetullah Gülen’i bir kez gördüm. Ama “O da beni görmedi.” Yani görmem pek bir işe yaramadı. Zaten anlatacağım konuda önemli olan benim onu görmem değil, nerede gördüğüm ve yanında kimler olduğu. İtirafımın önemli kısmı bu. 1995 yılında Yeni Yüzyıl gazetesi çıkmıştı hatırlarsanız. Sabah grubu yani Dinç Bilgin çıkartmıştı. Bana göre iyi bir gazeteydi. Çıkışından önce işe girdim ve 1,5 yıl çalıştım. 1996’nın Temmuz başı ayrıldım. İşte Fetullah Gülen’i o sırada gördüm. Yani İkitelli’deki o ünlü binaya Dinç Bilgin’i ziyarete gelmişti. Dinç Bey de onu gezdiriyordu. Kalabalık bir grupla gazetenin “Koridorları” diyeceğim ama koridorları yoktu, salonlarında, matbaasında dolaşıyorlardı. Bizim Haber Merkezi’ne de bir uğradılar ve yürüyüp geçtiler. Yani anlayacağınız “Ulan hepimiz oradaydık be...”

“Zavallı” Komünistler

Buradaki “Zavallı” lafı sözlük anlamında değil. Yani aşağılama içermiyor. Biraz “Şapşallık” gibi algılayın lütfen. Yazıyı okuduğunuzda neden böyle söylediğimi anlayacaksınız. Bu kadar gizli örgüt hakkında yazı yazınca aklıma eski tüfek komünist bir arkadaşımın anlattıkları geldi. 1970’li yıllar. Komünizm’in “K” si yasak. Orak-Çekiç malum Sovyetler Birliği’nin amblemi. Yanlışlıkla parkta bir banka “C” harfi çizseniz, “Vayy, sen komünistsin. Orak çiziyorsun” diye okka altına gidilen günler.

Arkadaşım ise gizli bir örgüt olan Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi. TKP, Sovyetler Birliği’nin güdümünde. Onlardan destek alıyor. Amaç belli. Türkiye’yi Komünist yapmak. Türkiye için en büyük “Tehdit”, o zamanlar komünizm. Kıyasıya bir mücadele var. Sovyetler Birliği, TKP’yi destekliyor. Militanları Moskova’ya götürüp eğitiyor, onun adına bir radyo çalıştırıyor. TKP diğer sol gruplara göre biraz daha iyi durumda. Malum devrin iki süper gücünden biri arkasında.

Buraya kadarki anlattıklarım, Türkiye üzerine oynanan oyunların hiç de sevimli olmayan kısmıydı. Neyse geçmiş günler. Ben şapşallık kısmına geleyim. TKP ciddi ciddi yasadışı gizli bir örgüt. O yüzden militanlarına emirler veriyor, yerine getirilip getirilmediğini anlamak için de raporlar istiyor. Bu emirlerden biri “Propaganda yapmak.” Ama nasıl? Partiye göre, bu görevi alan militan, Parti- Komünizm ve Sovyetler Birliği propagandası yapmak zorunda. Yahu merkez bir türlü anlamıyor. Sanki Moskova’dasın. Türkiye’de bu işi nasıl yapacaksın? Ağzını açsan içeri atıyorlar. Yaptığın işe yaramadığı gibi hapse girdiğin ve bir ton sopa yediğinle kalıyorsun.

Neyse arkadaşım bu görevi alınca başlamış kara kara düşünmeye. Sonunda dahiyane bir çözüm bulmuş. Gitmiş Boğaz’ın Ortaköy sahiline. Bir banka oturmuş. Yanında çevresinde başka insanlar da oturuyor tabii. Beklemiş, beklemiş... Taa ki, Sovyetler Birliği bandıralı bir gemi geçene kadar. Sonra başlamış konuşmaya: “Yaaa. Gemiye bak. Ne kadar büyük bir gemi. Bu hangi ülkenin acaba? Ne kadar mükemmel bir gemi. Kimbilir bu gemiyi yapan başka neler yapıyordur?” diye. Sonra akşam dönmüş ve raporunu yazmış: “İstanbul Ortaköy’de açık açık komünizm ve Sovyetler Birliği propagandası yapıldı. Kitle son derece etkilendi.”