İKLİM MESELESİ VE TÜRKİYE

Serpin ALPARSLAN 31 Oca 2017

Serpin ALPARSLAN
Tüm Yazıları
Uzmanlara göre; küresel ısınma denilen fenomen devam edecekse ve bu dengeleri sağlayamayacaksak başımız ciddi şekilde belada…

Dünkü “Yeşil iklim ve Paris Anlaşması” başlıklı yazımda Aralık 2015 yılındaki iklim değişikliği konusunda Paris’te toplanan 21. Taraflar Konferansında 2020 sonrası sera gazı salınımlarının azaltılması ve iklim değişikliği ile mücadele konusunu kısaca bahsetmiştim.

Her sabah 06.00 civarında kalkar Tv’de kısa bir gezinti yaparım. Sanırım tevafuk olsa gerek Discovery Channel kanalına takıldım. Konu ise dün yazdığım iklim değişikliğini konu alan “İklim Meselesi” idi. Halit Ergenç ile Ozan Güven’in yer aldığı bir bölüm idi. Sonuna kadar izledim.  

Uzmanlara göre; küresel ısınma denilen fenomen devam edecekse ve bu dengeleri sağlayamayacaksak başımız ciddi şekilde belada…

Türkiye’nin inanılmaz sınırsız güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi var. Biz, yerel güneş enerjisini potansiyelimiz varken kullanamıyorsak; diğer ülkelerde özellikle Almanya’da Güneş enerjisi bizim kadar potansiyeli yokken, tam kapasiteli kullanım sağlayabiliyorsa biz tam kapasite olanaklarımızı neden kullanamıyoruz.

 Emekli bir madencinin sözü takıldı kulaklarıma  “Farkında olmak insan üzerinde çok büyük yük” dedi. Hakikaten de öyle…

Aslında iklim değişikliği doğrudan çiftçiyi ve yaşayan tüm canlıları etkileyen ciddi bir konu.

Farkındalıkta artış var: Bütün bu olumsuzluklara rağmen yapılan çeşitli araştırmalarda Türkiye’de iklim değişikliği konusunda farkındalıkların arttığı ortaya kondu. Su Politikaları Derneği’nin “Çiftçilerde İklim Değişimi Farkındalığı Anketi” sonuçlarına göre, çiftçilerin iklim değişiminin etkilerinin genel olarak farkında oldukları, bölgelerinde hava sıcaklıklarıyla zararlıların arttığı ve yağışların ise azaldığını gözlemledikleri belirtildi. Peki sonuç;  

Akdeniz çanağı ve iklim parametrelerinde değişiklikler aşırı iklim olayları aşırı kuraklık ve yoğun dolu yağışı ile gerçekleşmekte. Yağışlar azaldıkça su krizi ile karşı karşıya kalınacak ve kuraklık artmaya devam edecek. Bu nedenle ürün kayıpları yaşanarak, ürünlerin hasat tarihleri değişecek. En çok büyük şehirlerde yaşayan tüketicilerin gıda fiyatları arttığından alım gücünü azaltacak. Devletin sağladığı teşviklerin yönünü değiştirmesi ve iklim değişikliğine uyum sağlamak lazım.

Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na sunduğu sera gazları emisyon azaltım katkı planına (INDC) göre sera gazı salınımlarını 2030 yılında referans senaryo (business as usual) değeri olarak öngörülen 1,18 milyar tondan yüzde 21 azaltarak 929 milyon tona düşüreceğini beyan etti. Aslında bu durum günümüzde 468 milyon ton olan sera gazı salınımlarımızı 2030’da iki katına çıkarmayı taahhüt ettiğimiz anlamına geliyor. Türkiye, öngörülen miktarda sera gazı salınımı gerçekleştirmesi durumunda 2030 itibarıyla en fazla emisyon yapan 8. ülke konumuna yükselebilir, şu anda 6 ton kadar olan kişi başı CO2 miktarı 10 tonun üzerine çıkabilir. 

Birleşmiş Milletler’in 2030 sürdürülebilir 17  kalkınma hedeflerinde, iklim değişikliği, sağlık, toprağın suyun korunması, ekonomik gelişme, demokrasi ve insan hakları, bio çeşitliliği koruyan eşitlikçi ve mücadele eden toplum yer almakta.

Ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerindeki en büyük belirleyici etken daha fazla tüketen ülkeler yerine kendi ülkesinde doğayı koruyan, toprağı verimli işleyen çağdaş toplumlar olarak tanımlanmayacak. Çağdaşlık tanımını ise iklim değişikliğiyle mücadele eden toplumlar olacak.

Türkiye iklim değişikliğinden en çok maruz kalan ülkelerden biri ise çözüm çok basit: İklim değişikliğinde kırılgan olan sera gazlarını azaltmakta. Eğer, geleceğin vizyonunun rotasını iklim ile mücadelede değiştirmek zorundayız.

Sonuç olarak; nüfus artmakta ve milyonlarca insanı yoksullaştırmakta. İklim değişikliğinden dünya genelinde 1 milyon insan etkilenmekte bunların 20-25 milyonu çocuk.