BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRKİYE İÇİN İSTİKRAR DEMEKTİR

Ozan CEYHUN 19 May 2016

Ozan CEYHUN
Tüm Yazıları
Birinci Dünya Savaşı'nın sonu Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Avrupa ülkelerinden esinlenilerek kurulan bir ülke oldu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonu Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Avrupa ülkelerinden esinlenilerek kurulan bir ülke oldu. Kurulduğu ilk günden bugüne değin aslında Türkiye'ye özgü yani Türk tipi bir devlet sistemi değil de batıya özenilen ve batıdan kopyalanan olduğundan da sürekli sistem sorunlarıyla boğuşmak zorunda kaldı. Bu durum batının ve özellikle Avrupa'nın işine geldiğinden bir türlü istikrarı tutturamayan bir Türkiye çıkarlar nedeniyle tercih edildi. Hatta “demokrasi” kelimesini ağızlarından hiç düşürmeyen Avrupalılar Türkiye'de ordunun siviller üzerine hakimiyeti ele geçirmesinden hiç rahatsız olmadılar. Ülke generallerin karşısında dik duramayan korkak ve pısırık sivil politikacıların sözde parlamenter demokratik sistem olarak tanımladıkları postalların kontrolünde bir cumhuriyet olarak bulunduğu coğrafyada önemli bir rol oynamayan varlığını uzun yıllar sürdürdü. Güçsüz, fakir ve batının kontrolünde bir ülke olarak kalmaya “mahkum” edildi.

“Demokrasiye” çok değer verdiklerini söyleyen Avrupalılar generallerin emrindeki sivillerin yönettiği Türkiye'den hiç rahatsız olmadılar. Nedense Türkiye'de “demokrasinin” asker postalları altında eziliyor olması hiç bir zaman büyük sorun olmadı? O dönemlerde en hurda silahlarını sattıkları ve ticari bir pazar olarak kendi modası geçmiş mallarını piyasaya sürdükleri bir ülkeydi Türkiye. Türkiye'nin tek partili sisteminden çok memnundular.

Ne zamanki milletin baskısıyla Türkiye çok partili sisteme geçmek zorunda kaldı ve seçmenler Adnan Menderes adında bir başbakanı seçtiler işte o zaman Batı’nın ve özellikle Avrupalıların rahatı kaçtı. Hatta öylesine kaçtı ki kendi kontrolleri altındaki Türk ordusu demokratik seçimle gelen başbakanı cunta yaparak devirip ardından astığında kılları bile kıpırdamadı. Bugün Türk halkının büyük bir çoğunluğunun seçtiği yanı demookratik seçimle iş başına gelen Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a “diktatör” diyen Avrupalılar 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilen Türkiye'nin Başbakanı Adnan Menderes'in idamını engellemek için hiç bir şey yapmadılar. Oysa “demokrasiye bu derece bağlı olduğunu iddia eden” Batı ve özellikle Avrupalılar isteseler Adnan Menderes idam edilemezdi.

Bu hep böyle devam etti.

1998 ve 2004 yılları arasında Avrupa Parlamentosu milletvekili olan ben de on yaşımda yani 12 Mart 1971 tarihinde suçu sadece yazar olmak olan babamın askerler tarafından nasıl gözaltına alındığına şahit oldum. Yirmi yaşıma geldiğimde babam gene sadece yazar olduğu için gözaltına alınırken bu sefer ben de 12 Eylül 1980 askeri cuntasına yani “faşist bir rejime” muhalefetten “suçluydum”. Hakkımda hiç ilgim olmayan suçlamalardan dolayı verilen tutuklama kararlarından dolayı 20 yıl sürgünde geçti ömrüm. Suçsuz olduğumu kanıtlayıp beraat ettiğimde 40 yaşındaydım. Ne 12 Mart 1971'de ne de 12 Eylül 1980'de Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkeler Türkiye'ye gereken tepkiyi göstermediler. Eğer mesele demokrasi idiyse hem 12 Mart 1971'de hem de 12 Eylül 1980'de Türkiye'de demokrasi kanlı bir şekilde postallar altında ezilmekteydi. Türkiye'de belki gelmiş geçmiş en anti-demokratik ve de belki “diktatör” ünvanını gerçekten tek hak eden Kenan Evren isimli cuntacı bugün demokratik Türkiye'nin lideri ve her seçim Yde halkının tam desteğine sahip bir şekilde demokratik olarak seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gösterilen “çirkin” tepkilerin onda birine bile muhatap olmadı.

Yarın :Bu mu Avrupa Birliği'nin demokrasi anlayışı?