'Küreselleşme' kelimesi son yıllarda hayatımıza girmiş bir kavramdır. Peki, nedir küreselleşme? Dünyamızın bir köy olarak algılanması mıdır, yoksa devletlerarasında ekonomik, siyasal, sosyal veya kültürel ilişkileri artıran bir bağımlılık mı? Yoksa ülkeler arası karşılıklı karışık emperyal bir hareket mi?
Küreselleşmeyi bir kavram olmanın ötesinde çok yönlü ve iç içe geçmiş insanlık tarihinin yeni yaşamsal süreci olarak da algılayabiliriz. Günümüzde bu süreç öylesine bir boyuta ulaştı ki sınırların ortadan kalması ile benzer kültürler ortaya çıkmaya başladı. Kültürel kimlikler yok olma tehlikesinin yanında, yozlaştı da. Erozyon sadece kültürel alanla sınırlı değil, en büyük dalgalanma ekonomik alanda yaşanıyor.
Küreselleşme, 1959 yılından hayatımıza girmiş bir kavram
Kimi kuramcılara göre küreselleşme; ürünlerin, fikirlerin ve dünyayı algılama biçiminin alış verişinden doğan bir uluslararası bütünleşmedir. ‘The Economist’ dergisinde 1959 yılında hayatımıza giren bu kavram her geçen gün kimilerine göre olumlu, kimilerine göre de olumsuz olarak etkisini gösteriyor. ‘Değişen ve değiştikçe gelişen ulaşım, iletişim, bilim ve teknoloji küreselleşmenin boyutlarını yükseltmekte.
Yerellik ve Yerli Malı Haftası
Küreselleşme sürecini tüm dünya aynı anda ancak farklı şiddetle yaşamakta. Böylesine bence yıkıcı bir bir sürecin karşısında başka bir evrensel kavran durabilir, o da yerelliktir. Yerel olmak ya da evrensellik iç içe geçmiş kavramlardır.
Ülke insanımızın hayatında olan başka milli kavramlarda bulunmakta. Bence küreselleşmenin yıkıcı etkisine karşı durabilecek sürdürülebilir ekonominin temelini oluşturan yerli üretim hareketidir. Yıllardır 12-18 Aralık tarihleri arasında kutladığımız Yerli Malı Haftası, ya da Milli Eğitim Bakanlığı içerisinde geçen resmi adı ile Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası, ülkemizde tüm okullarda kutlanan belirli gün ve haftalardan bir tanesidir. Ne azından bir dönem coşku ile kutlandı.
‘Yerli Malı Haftası Yurdun Yükselişidir’
‘Yerli Malı Haftası Yurdun Yükselişidir’ sloganları ile ‘Yerli malı yurdun malı / herkes yerli malı kullanmalı’ şiirlerini okuduğumuz yılların ruh anlayışında üretim yapmalıyız. Herkesçe bilinen basit bir şiirden alınmış bu sözler, yerli üretim konusunda çocuklara bilinç kazandırmak ve yerli ürünlerin kullanımının ülke ekonomisine katkılarına dikkat çekmek içindi.
Gerçeği görebilmek
Şimdi oturup düşünelim ve gerçeği görüp, önce günümüze daha sonra da geleceğimize bakalım. Küreselleşen dünyada ekonomimizi nasıl ayakta tutabiliriz in planlarını yapmalıyız. Ekonomik özgürlüğü olmayan toplumların kültürlerini yaşatabilmeleri de mümkün değildir. Bugünün ekonomik dünyasını giderek liberalleşsen sermaye piyasaları ve ülkelerin hammadde ve üretimde birbirleri ile koparılamaz bağları şekillendiriyor.
Uzak Asya’da toplu üretim
Özellikle Doğu Bloku’nun dağılması ile ortaya çıkan bir Çin gerçeği var. Sadece Çin değil, Endonezya, Bangladeş, Kore, Japonya ve Hindistan gibi ülkeler yoğun insan gücü, iklim ve coğrafi şanslar ile üretimde dünyayı ele geçirmiş durumda. Özellikle Çin, Endonezya ve Bangladeş pek çok üründe ve malda toptan ve maliyeti düşük üretim ile öne çıkmış bulunmakta. Bu ülkelerin tarımsal üretimde çok miktarda ve farklı ürünler üretmenin dışında yılın her mevsiminde ürettikleri meyve ve sebze ile dünya ticaretine yön veriyorlar.
Yüzleşme
Dünyanın içerisinde bulunduğu ekonomik sistemi gerçekleri ile yüzleşmek gerekiyor. Günümüzde kimi ürünleri ülke içerisinde uygun fiyata üretmek oldukça zor. Bu ürünleri dışarıdan almak çok daha ucuza geliyor. İçerisinde bulunduğumuz durumun gerçekleri ile yüzleştikten sonra yerli üretim konusunda çalışmalar yapmalıyız. Çünkü Anadolu toprağı birinci sınıf tarım toprağıdır. İklimsel üstünlüğümüzü doğru modellerle kullanmamız gerekli. Uzak Asya ve Güney Asya’da binlerde ton üretilen ürünlerle yarışır düzeyden vazgeçip, ekolojik tarımı ve ülke insanının ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir yol haritası belirlememiz gerekir diye düşünüyorum. Devlet üretim stratejisini belirlemeli, belli ürünler ve miktarlar üzerinden alım garantisi vererek piyasanın içerisinde denge unsuru olarak kalmalı.
Başarılı olmak için beş altın kuralı unutmadan, yenilikçi yöntemlerle yol haritası çıkarmalıyız. Ülke insanının moral değerlerini yüksek tutup nüfusumuzu da dengelemeliyiz. Tarım, hayvancılık, turizm, sanayi, ticaret veya bilişim hangi sektör olursa olsun kalkınma hareketini sürdürülebilir kılmak gerekiyor.