O muhteşem egomuzun kalın tonundan konuşuruz bunları anlatırken.

Hep güceniriz, darılırız ve kırılırız… Oldukça basittir hayata karşı küskün oluvermek… Haksızlıklara uğrarız, diğerleri suçludur; bizlerse mutlaka güçlüyüzdür! Diğerleri hep bize karşıdır, bizlerse ne olduğunu anlamadan haksızlığa uğrayan taraf oluveririz… Kurban oluruz, haksızlığa uğramış olan oluruz, güçsüz oluruz… Aldatılmış olan oluruz, kandırılmış olan oluruz, sonra bırakılmış olan oluruz, sevilmeyen oluruz, bir başına kalmış olan oluruz… Gücenen taraf olmayı can ata ata isteriz… O rol öyle bir roldür ki hatta, anlata anlata bitiremeyiz… “X bana bunu yaptı, şunu yaptı!” Ne kadar da kötüdür, ne kadar da ayıptır yaptığı! Oysa günlerce anlatılacak hikaye vermiştir bize, döndürür de döndürür, anlatır da anlatırız, değil mi? Eğer bu olmasaydı konuşacak neyimiz kalırdı? Kimin ayıplarını, günahlarını, yaptıklarını anlatacaktık? Sonra kime gücenecektik, değil mi?

O muhteşem egomuzun kalın tonundan konuşuruz bunları anlatırken. “Y beni aldattı, sonra gitti başkası ile birlikte oldu, meğer hiç sevmemiş, meğer çok yalan söylemiş, meğer bana çok haksızlık etmiş…” Gerçekten böyle midir? Bu hikayenin gücenmesi gereken tarafı biz miyiz? Bu hikayede kurban olmaya can veren biz mi olmalıyız? Veya sadece hayat deyip geçebilmek mümkün müdür?

Kimsenin bir diğerini göz göre göre bu şekilde aldatamayacağı ve eğer olduysa bile bunun bir hayat seçimi olduğu, bunun muhakemesini yapmanın bize düşmediği aşikar değil midir? Bir başkasının hayat tercihlerine böyle müdahale etmeye ve hatta tamamen bizden bağımsız olarak gerçekleşen bu hayat tercihi akışında gücenmeye yer var mıdır?

Ama egomuz bununla kalmayacaktır. Nasıl olsa bizler yalan söylenen, kandırılan, mağdur edilen taraf olmuşuzdur… Bir kere bu, egonun o aldatan kişiyi “suçlu” olarak görmesine yeter de artar bile. Sadece biz değil, tüm toplum onu cezalandırmalı ve hatta sadece bir hayat tercihi yaptığı için son derece suçlu hissetmesini sağlamalıdır, değil mi? İşte gücenmişizdir, kırılmışızdır ve darılmışızdır… Bizi bu noktaya getiren de mutlaka cezasını çekmelidir. Ayıplanmalıdır, bir şekilde suçlu hissetmelidir veya birileri bazı kötü sözlerle azarlamalıdır, değil mi? Hak etmiştir bunu ne de olsa!

İşte egonun eline düştüğümüzde bu derece değersiz oluverir tüm hayatlar. Öyle ki hayattır bu; aynı durumda olan ben de olabilirim. Bizler unutuveririz; egonun dümeni eline aldığı noktada, yanlış yapana vurmak gerekir, gücenmek gerekir, kırılmak gerekir, ama Mevlana’nın söylediği gibi ayıpları gece gibi örtmek büyüklüktendir. Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız hayatınızda gücendiklerinize, egonuzla yola çıkıp suçladıklarınıza, kırıldıklarınıza, sarıldıklarınıza yeniden bakmanızı dilerim…

Hayat bir yoldur, tercihlerden ibarettir. Bizler diğer yolları yürüyemeyiz, diğer kişilerin yollarında seçtiklerini değiştiremeyiz. Ancak ve ancak onlara elimizden geldiğince ve ömrümüz yettiğince eşlik edebiliriz. Bu yolda sadece güller, gülistanlar yoktur; bu yolda dikenler ve ateşler de vardır. Elbet egodan arındığımızda görebiliriz ki hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Neyi paylaşamıyorsak, neye güceniyorsak, darılıyorsak, kırılıyorsak, o bu dünyada kalacaktır. Bizimle gelecek olan sadece son bir tebessüm olacaktır.

GÜNÜN SÖZÜ: YAŞAMAK GÜZEL ŞEY