ZAHİRİ VE BATINİ

Alican DEĞER 01 Ağu 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Haşhaşiler tanımlamasının ne derece doğru olduğu ortaya çıktı. FETÖ'cü teröristlerin yaptıkları her şey aslında Haşhaşilerin uygulamalarına benziyor.

Haşhaşiler tanımlamasının ne derece doğru olduğu ortaya çıktı. FETÖ’cü teröristlerin yaptıkları her şey aslında Haşhaşilerin uygulamalarına benziyor. Yıllarca yeraltında uyumaları, emirlere kayıtsız itaatleri gibi. FETÖ’cüler aslında kamuoyuna Türkiye’ye yönelik en büyük tehditlerden biri olarak Şiileri göstermeye çalışıyordu. Bu onların cephe genişletme stratejisiydi. Onlara göre Türkiye İran’ın etkisi altındaydı da kendileri kurtaracaktı. Ama baştan sona taklit ettikleri Haşhaşiler de Şiiliğin bir kolu olan İsmailiye mezhebine bağlıydılar. Üstelik kendi uyguladıkları gizlilik de Şii kaynaklarca son derece methedilen bir uygulama idi. Biraz dikkat edince kimi durumlarda Müslümanların kâfirlerden zarar görmemesi için izin verilen Takiyye uygulamasını Şiiler siyaseten kullanmaya başlamıştı. FETÖ’cüler de aynen bu uygulamayı alıp kişiliklerinin bir parçası haline getirmişlerdi. Sanki Türkiye bir “Kâfir” devleti gibi davranmışlardı.

Zahiri davranışları ile batıni (içsel) görünüşlerini siyaset amacı ile gizlemişlerdi. Amaçları belliydi. Devleti ele geçirmek. Bu amaçla kendini gizlemek aslında en eleştirdikleri, Şiiliğe bir öykünme değil miydi? Bu kadar koca koca kelli felli adamın bunların dediklerine inanıyor oluşu da anca sembolik anlamda “Haşhaş” ile açıklanabilir doğrusu. Zahiri olarak, Müslüman, yardımsever, eğitimci, insan dostu, milliyetçi, hoşgörülü görünüp, batıni anlamda devleti ele geçirmeye çalışan, yabancı ajanlarla iç içe olan, gerekirse kan akıtmaktan kaçınmayan bir kişilik başka nasıl adlandırılabilir? Bunların bu davranış biçimi karakterleri olduğuna göre biraz araştırılınca kim bilir kimler gizli FETÖ’cü çıkacak? Hep birlikte şaşıracağız.

Fetullah Gülen, Hasan Sabbah mı?

Eğer FETÖ’cüleri Haşhaşiler olarak adlandırıyorsak, Fetullah Gülen de bir anlamda Hasan Sabbah. Aslında teorideki benzerliklerinin yanı sıra fiiliyatta bazı benzerlikler var. Bunların en başında Hasan Sabbah’ın 34 yıl boyunca Alamut kalesinden hiç çıkmamış olması geliyor. Fetullah Gülen de yıllardır Amerika’daki evinden çıkmıyor. Her şeyi oradan yönetiyor. Araştırmacılar Hasan Sabbah’ın üst düzey bir dini bilgi birikimine ve otoriter bir özelliğe sahip olduğunu söylüyor. Anca bu sayede insanları suikastlere ikna edebiliyor. Fetullah Gülen de benzer özelliklere sahip. İkisi de cennet vaad ediyor. İkisi de insanları kirli amaçları için kullanıyor, ikisi de kayıtsız şartsız bağlılık istiyor, ikisi de gizliliğe büyük önem veriyor, ikisi de silsileler halinde örgütleniyor, ikisinde de bilgi “hak edene” veriliyor, ikisinin de amacı devletleri ele geçirmek, ikisini de bağlıları, insanüstü varlıklar olarak görüyor.

Biraz okursanız bu benzerliklerin bir köşe yazısına sığacak boyuttan çok daha fazla olduğunu görürsünüz. Pekiyi Haşhaşiler örgütünü kuran Hasan Sabah kimdi?: Hasan Sabbah 11’inci yüzyılda 12 İmam Şiiliği’nin kalesi Kum kentinde dünyaya gelmiş. Babasının Kufeli olduğu söylenir. Fatımi halifeliği döneminde Kahire’de yemin ederek resmen İsmaili oldu. Uzun yıllar Müslüman coğrafyasını dolaştıktan sonra 1081’de İsfahan’a ulaştı. Bundan sonra 9 yıl boyunca İsmaililiğin hizmetinde İran’ı dolaştı. Bu gezilerinde öğretisini yayabileceği bir yer aradı durdu. Sonunda Elbruz dağlarındaki Alamut Kalesi’nde karar kıldı. Kale geniş bir vadiye egemen konumdaki büyük bir kayalık üzerine inşa edilmişti. İki bin metre yükseklikteki kale kayanın tabanının yüzlerce metre üzerinde, yalnızca sarp ve dolambaçlı bir patikadan çıkılabilen bir yerde bulunmaktaydı. Hasan Sabbah'ın buraya vardığı sırada kale onu Selçuklu sultanından almış olan Alevi Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi. Önce bölgeye dailerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekti. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatıyordu: “Alamut’a bir Dai (İsmâilîyye mezhebinin dâvet için görevlendirmiş olduğu din adamlarına verilen ad.) gönderdim. Bazıları telkinlere uyup mezhep değiştirdiler.”

Bundan sonra 1090’da gizlice kaleye girdi ve yönetimi ele geçirdi. Kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmek zorunda kaldı. (Trajik bir biçimde yaşadıklarımıza benzemiyor mu?) Hasan Sabbah, Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmadı. Rivayetlere göre Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez çıktı. (Ne kadar benzer di mi?) Alamut'a yerleştikten sonra Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasilere yönelik mücadelesine başladı. Hasan Sabbah, kendi döneminde elliye yakın suikast gerçekleştirtti. Bunların en önemlisi ve ilki Nizamulmülk’ün öldürülmesiydi. Diğerleri ise Selçuklu üst düzey devlet görevlileri ve Abbasi din adamlarına yönelik suikastlardı. Mayıs 1124’de hastalanıp yatağa düştü. Ve Öldü.

Haşhaşi kimdir?

Haşhaşi genel anlamıyla, Hasan Sabbah tarafından haşhaş verilerek cennete gittin diye kandırılan ve yeniden cennete ulaşmak için bütün emirleri kayıtsız şartsız yerine getiren kişi. Bir suikasçı. Hasan Sabbah'ın kurduğu tarikat sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktaydı. Tarikat kendi örgütlenmesini "davet" olarak adlandırmıştı. Tarikatın temsilcileri "davetçiler" anlamındaki dailerdi. Dâîlerin en alt kademesinde "davete cevap veren" anlamına gelen "müstecip"ler, en üst kademede ise "delil" manasına gelen "hücce" yani baş dâî yer almaktadır. "Cezire", dâînin faaliyet gösterdiği bölgeydi. İsmaililer de diğer mezhepler gibi dinî liderlerine şeyh, pir, ata gibi unvanlarla hitap ederdi. Tarikat mensuplarının birbirleri için kullandıkları terim ise "yoldaş" anlamına gelen "refik"ti. Haşhaşiler tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş olan bir askerî taktik geliştirdiler. Özel olarak tek bir önemli kişiyi öldürmeyi temel askerî taktik olarak kullanan Haşhaşiler, suikastı da kendilerince dinî ve psikolojik bir şekilde uygulamışlardı. Haşhaşilerce yapılan suikastların hiçbirinde ok, zehir gibi silahlar kullanılmamıştı. Neredeyse tüm suikastlarda hançer kullanıldı. Diğer önemli nokta ise suikastı gerçekleştiren Haşhaşi'nin kaçmaya çalışmaması ve öldürülen kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilmesidir. Uzmanlar Haşhaşiler'in eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde davrandıklarını düşünüyorlar. 

Haşhaşilerin mezhebi İsmailiye

Şiilikte İmam Cafer es-Sadık öldükten sonra İmam olarak yerine oğlu Musa bin Cafer el Kazım geçmişti. Ancak bir grup buna muhalefet etti. Onlara göre Cafer el Kazım değil, daha önce ölen ağabeyi İsmail bin Cafer el Mübarek’in oğlu Muhammed bin İsmail eş Şakir’in İmam olması gerekiyordu. Bu inanışta olanlar onu yedinci imam olarak kabul ettiler. Bu denemde Abbasiler Emevi hanedanlığını yıkıp yönetimi ele geçirmişlerdi. İsmailîler kurdukları gizli topluluklarla kendi gözlerinde Ali ve soyuna ait halifelik hakkını gasp ettiklerini düşündükleri Abbasilere karşı mücadele vermeye yine bu dönemde başlamışlardır. İsmailiyelerin temel öğretisi dünyanın hiç bir zaman imamsız kalmayacağıydı. İsmaili Dailerinin davetlerinin başarıya ulaşması sonucu Hicri ikinci yüzyılda Fatımi devleti kuruldu. İsmaililer de ikiye ayrıldı. Nizari ve Mustali. Fatımiler yıkıldıktan sonra Nizariler İran’ın doğusundan Suriye’ye kadar geniş bir alana dağıldılar. 1830'ların sonunda İran’daki politik gelişmelerden ötürü Nizarîlerin 46. İmamı ve ilk Ağa Han unvanını taşıyan Ağa Hasan Ali Şah Hindistan’a göç etti.