ÜNİVERSİTELERİMİZİN GELECEĞİ - 2

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Üniversitelerimizle ilgili daha önce de yazdım ve öyle gözüküyor ki bundan sonra da yazacağım.

Hele 21 Mayıs 2024 târihli Milliyet gazetesinin haberinde belirtildiği üzere,YÖK başkanımız sayın Prof.Dr. Erol Özvar, Aksaray Üniversitesi’ne yaptığı nezaket ziyâreti sebebiyle düzenlenen programda da bu konuya değinince yazmamak olmazdı.

Aşağıda okuyacaklarınız bâzılarınıza hatta birçoğunuza “temel hak ve özgürlükler”, “eğitimde fırsat eşitliği” hatta “liyâkat” gibi kavramlara ters gelebilir. Ama söz konusu üniversitelerimiz olunca biraz ayrımcılık yapmak gerekiyor diye düşünüyorum. Zira üniversitelerimiz ülkemizin bundan yirmi otuz yıl sonrasının plânlandığı, şekillendirildiği kurumlardır. En azından öyle olması gerekir. Ama maalesef üniversitelerimiz geleceği şekillendirmekten ziyâde geçmişi telâfi etmek ve günü kurtarmak gibi bir yükün altında ezilmektedir. Böyle giderse zorunlu eğitimi on altı yıla çıkarmak gibi gereksiz bir karârın hedefi bile olabilir.

Üç üniversitede (lisans, yüksek lisans ve doktora) öğrenci olarak ve beş üniversitede akademisyen olarak görev yaptığım toplam otuz yılı aşkın sürenin verdiği tecrübe ve birikim ile söylüyorum ki, sayıları daha artsa bile, üniversitelerimizin reformcu bir anlayışla yeniden yapılanması gerekir.

Her ile bir üniversite

Mevcut siyasal iktidar birçok alanda olduğu gibi yıllarca ihmâl edilmiş konu olarak yüksek öğretimde hazmedilmesini beklemeden birçok adımı hızlıca attı. Bunun en bâriz sonucu olarak da “her ile bir üniversite” karârı gereği, seksen bir ilimizin hepsine üniversite açıldı. Dediğim gibi bunlar geç kalınmış ve 1960’larda atılması gereken adımlardı. Birçoğu akademik kadro yetersizliği sebebiyle “tabela üniversitesi” olmakla itham edildi. Oysa hiçbir üniversite kurulduğu ilk yılbir ODTÜ veya bir Boğaziçi Üniversitesi olamaz. Bir üniversitenin kurumsal ve akademik yapılanmasını tamamlaması için en az kırk yıl geçmesi gerekir. Mesela kendi öğrencisi profesör olan bir üniversite orta vâdeli yapılanmasını tamamlamıştır. İkinci nesil profesörünü yetiştiren üniversite ancak oturmuş bir üniversitedir.

Elbette tez canlı bir millet olarak bu kadar uzun bir süre beklemek yerine hemen olumsuz eleştiriler yapıyoruz. Sayın YÖK başkanı Özvar’ın dediği gibi bu konuya “bardağın dolu tarafından bakmalıyız”. Herkes üniversiteye girmek, derslere hiç ilgi göstermese de mezun olmak ve “üniversite mezunu” olarak hemen yüksek maaşlı iş bulmak istiyor. Üniversite mezun sayısının ülke nüfûsuna oranı açısından bakıldığında henüz Avrupa Birliği rakamlarına ulaşmış hatta yaklaşmış bile değiliz. Türkiye’de üniversite mezun oranı yüzde 20 iken bu oran İngiltere’de yüzde 48, Fransa’da yüzde 44, İspanya’da yüzde 41, Almanya’da yüzde 34’tür. Yâni daha uzun bir süre üniversitelerimize ve yüksek öğretime öncelik ve önem vermeliyiz.

Birinci sınıfta başarı şartı

Üniversiteler, günü kurmaktan değil geleceği inşa etmek için kurulur ve gelişirler. Bu yüzden girmesi zor, okuması zor ve mezun olması zor olması gerekir. Ancak özellikle baraj uygulamasının kaldırılmasıyla girmesi kolay hâle gelmiştir. Bu da kaliteyi düşürmüş ve üniversiteleri hedef tahtası hâline getirmiştir. Üniversiteler girişte baraj uygulamasının geri getirilmesinin yanında, “birinci sınıfta tüm derslerden başarılı olma” şartı ve bir dersin tekrar alınması durumunda ücret ödenmesi uygulaması getirilerek üniversitelerdeki öğrenci kalitesinin ve dolayısıyla üniversitelerimizin kalitesinin artması sağlanabilir. 

Üniversitelere il kontenjanı

Gelelim “eğitimde fırsat eşitliği” gibi konulara ters düşebilecek reformcu yapılanmaya. Her ile üniversite açılmasında temel amaçların başında, kendi illerinde üniversite olmadığı için ve âilesi şehir dışında üniversiteye gitmesine izin vermediği için üniversite eğitimi alamayan kızlara yüksek öğretim imkânı sunmak vardı. Amaç, güzeldi ama uygulama öyle olmadı. Günümüzde sâdece devlet üniversitesinin bulunduğu şehirlerimizdeki üniversitelerde öğrencilerin büyük çoğunluğu o şehre başka şehirlerden gelmektedir. Hatta İstanbul, Ankara gibi onlarca üniversitenin bulunduğu büyük şehirlerden birkaç yüz bin nüfûsluşehirlerdeki üniversitelere okumaya gelenler var. Bu durum, o şehirleri demografik yapısını hızla değiştirmekte ve öğrencilere “ev kiralayan müşteri” olarak bakılmaktadır. Birçok ilimizde 1+1 evlerin sayısının artmasının sebeplerinden biri budur.

Şehir dışına gidemeyenlere yüksek öğretim imkânı sunmak amacıyla açılan üniversiteler, akademik kurumlar olma vasfından uzaklaşıp bu şehirlere ekonomik yatırım işlevi görmektedir. Bunun sonucunda o şehirlerde “üniversite kültürü” gelişmemektedir.

Anadolu’daki üniversitelerimizin sosyo-ekonomik olarak daha verimli hâle gelmesi için, üniversitelerde bulundukları ilin lise mezun sayısı dikkate alınarak hesaplanacak bir il kontenjanı konabilir. Üniversite adaylarına liseden mezun oldukları ildeki üniversite tercih etmeleri durumunda “ek puan” avantajı sağlanarak kendi illerinde kalmaları sağlanabilir. Bunda suistimâlin engellenmesi için, lisenin en az son iki yılı o şehirde okuma şartı getirilebilir.

Misâfir öğretim elemanı

Diğer bir husus da “taşra” ayrımını engellemek için büyük şehirlerimizdeki üniversitelerden yeni kurulan üniversitelerimize dönemlik olarak misâfir öğretim elemanı gönderilmesi uygulamasına ağırlık verilmesidir. Böylece üniversitelerimiz kanalıyla öğretim elemanlarının üniversitelerin bölgelerine katkı sağlanması süreci de hızlanmış olacaktır.

Böylece gerek kadrolu öğretim elemanları gerekse misâfiröğretim elemanlarıyla birlikte, öğrenci kalitesi baraj ve başarı şartı uygulamasıyla arttırılmış bir üniversite yapısı yüksek öğretimim amacına daha verimli hizmet edecektir.