Neden zor sorusuna yanıt vermek hem çok kolay hem de çok zor gibi.
Yine bir sokağa çıkma yasağının ikinci gününe denk gelen bu günde köşe yazımı yazmak üzere bilgisayarın başına geçtim..
Son birkaç yazıdır, başlarken sık sık dile getirdiğim “yazı yazamama” psikolojimin yoğun baskısını üzerimde hissediyorum. Zor bir durum.
Neden zor sorusuna yanıt vermek hem çok kolay hem de çok zor gibi.
Kolay, çünkü; gündemin konusu koronavirüs ve nereye baksanız bu konuda söylenen birçok şey var. Bu sıralar konu uzmanları o kadar çok ekrana çıkmaya başladılar ki, hangisini dinlemenin daha iyi olacağı konusunda karar verebilmek hiç de kolay gibi durmuyor. Konunun merkezinde, ülkemizdeki gidişatına dair bilgiler etrafında dolaşagelen birçok görüş var ama büyük bölümü uzun zamandır evde kapalı olan toplumun bilgi beklentilerine pek de yanıt verecek içerikte değiller. O nedenle de ben; bu sıralar hiç olmazsa salgınla ilgili bir şeyler yazmayayım diyerek başka konuları yazabilirdim. Böyle bir tercih en kolay yol olur.
Zor, çünkü; konu oldukça sıkıntılı ve yazacaklarınız, haberlere ve yorumlara yansıyanlardan pek farklı olamayacak, konunun odağında salgınla ilgili bilgi ve yorumları yerleştirmek zorunda kalacağım. Kafası iyice karışık olan ve hiç olmazsa “bir umut” diyerek ucundan kenarından iyi haberler beklentisinde olanları hayal kırıklıklarını hissetmelerinden başta bir işe yaramayacak, bu da beni pek de mutlu etmeyecekti. Böylesine karmaşık duygusallıkta yazmak oldukça zordu.
Ama çok belirgin bir gerçek var ki, ne yazarsanız yapın, kafanızdaki bu duygu karmaşasından kurtulamayacaksınız. Salgınla ilgili günlük bilgilerden söz etmeden geçemeyeceksiniz.
Aslında öylesine çoklu beklentilerin olduğu bir dönemdeyiz ki, onlarla ilgili bilgileri de yazılarımızın bir yerine yerleştirme gereğinin yarattığı kararsızlığın zorluğunu yaşamıyor da değiliz.
Bunlardan en önemlisi, durumun yarattığı, giderek iyice zorlaştırdığı, ekonomiden söz edebilmeliyiz. Daralan iş olanakları, salgın nedeniyle alınması gereken zorunlu önlem, kısıtlamalarının yaşandığı sosyal yaşamı iyice dayanılmaz yapıyor.
Her ne olursa olsun, bu konular bir kenarda durmaktadır. Bu ortamda; “önce insan sağlığı” ve bunun için, salgının olmadığı güvenli sosyal yaşam ortamının sağlanabilmesi gereğini asla unutmamalıyız.
Zor bir dönemdeyiz. Salgında “Pik noktası”nı henüz göremedik. Alınan önlemlere uyalım. Sağlık Bakanlığı Koordinasyonunda kurulan Bilim Kurulu’ndan gelen ilk ağız açıklamalarına inanmaktan başka yapacağımız bir şey yok. Bozuk olan toplum psikolojisini; daha da bozarak, kontrolsüz bilgilerin yaratacağı ortama mahkum olmayalım.
En çok önemsememiz gereken “sosyal mesafeyi korumak”, “evde kal” uyarılarına özenle uymak, yayılma eğiliminde olan salgının kontrol edilmesi için en gerekli olandır.
Bu arada, dünkü yazımızda da üzerine durduğumuz şuan ki durum ile ilgili olarak, özellikle televizyonlara çıkan uzmanların ekrana taşıdıkları bilgilerin; daha çok; salgından nasıl korunulmasına yönelik bilgiler odaklı olmasına dikkat etmeleri, iyice “psikolojik fırtına”da yaşamaya çalışanlar için çok daha iyi olacağının unutulmamasıdır..
BİR TUTAM TEBESSÜM
YANMIŞLARINI ATMA!
Mahallelerindeki her ülkeden çoçukların bulunduğu bir anaokulunda
büyük bir yangın çıkar. Yangını Temel ve Dursun’a haber verirler.
Temel ve Dursun anaokulundaki yangına yardım için koşarak gelirler.
Temel Dursun’a;
- “Ula Dursun, sen bu pencereden içeri gir ve çocukları yine bu pencereden teker teker bana at, attuğun çocukları ben tutarum” der.
Dursun anaokulu camından içeri girer ve ilk olarak gördüğü İngiliz çocuğu pencereden atar, Temel tutar, Fransız çocuğu atar Temel tutar, gördüğü zenci çocuğu atar, Temel tutmaz. Bir zenci çocuk daha atar, Temel, Dursun’un attığı ikinci zenci çocuğu da tutmaz ve Dursun’a bağırır;
- “Ula Dursun, yanmışlarını atma, boşuna zaman kaybediyuruk.”