Ne güzel olurdu aşk penceresinden bakmayı başarabilseydik. Gerçek aşkla çıkabilseydik kendimizi keşif yolculuğuna. İnsanlara, diğer canlılara, dünyaya ve numunesi olduğumuz âleme aşkla yönelebilseydik ne güzel olurdu.
Günümüz insanının en büyük derdi ve bu derdin devası, aynı kelimede buluşuyor. Aşk... Üç harfli bir kelime, hayatın anlam yükünü taşıyor. Hani Kays’ın aklını örtüp Leyla için Mecnun’a çeviren, bayrağı düşürmeyen askere kurşunları hissettirmeyen, inatla yollara düşen su tanelerini denizle buluşturan, pervaneyi canı pahasına ışığa yürüten, güneşi, her gün yeniden doğmaktan bıktırmayan, gündüzü, geceyi kovalamaktan vazgeçirmeyen, milyonlarca canlıyı aynı kıblede buluşturan… Hepsi de aynı yüce kaynağın aşk huzmeleri.
Bütün varlığın sebebi ve sonucu olan bu yüce duygu bize üflenmiştir. Âlemdeki bütün şeyler gibi insan da aşkın eseridir. Ve gerçek aşkı yakalayacak potansiyel birer âşığız hepimiz.
Vücudumuzun ürettiği yüzlerce hormondan biri, aşk hormonu olarak da bilinen oksitosindir. İnsanda bağlanma, ait olma, sevme hissini oluşturur. Annenin bebeğini emzirdiği zaman salgılanan da bu hormondur. Yaşamın ilk alameti olan spermin yumurtanın çeperine tutunmasından son nefesimize kadar geçen zamanda sürekli olarak bir bağlanma ihtiyacı içindeyiz. Anneye, babaya, aileye, eşe, işe, vatana, bayrağa, inanca, paraya, mülke… Çoğu zaman yalnız kalmaktan kurtulmak için bunlardan birine yahut birkaçına bağlanmayı tercih ederiz.
Maddeye Âşık Olanlar
Ancak biyolojik ve sosyal ihtiyacımız, böylesine karmaşık bir duyguyu anlamamız için yeterli değildir. Daha başka bir derinliği, anlamı ve amacı vardır aşkın. Bu öylesine karmaşık ama bir o kadar da sade, öylesine derin ve kuşatıcı bir duygudur ki hayatın anlamını içinde saklamıştır. Bir yanda çok narin bir duygudur ve yol almak için sarmaşık misali bir yere tutunmak zorundadır. Diğer yandan bağlandığını ölümüne terk etmeyecek kadar güçlü bir duygudur aşk. Ve aşk, tutkuyla bağlanmak, istemek, peşinde koşmak, bazen sürüklenmektir sevgiliye. Onun için kendinden vazgeçmeyi göze almaktır ve sevginin başı dönmüş halidir aşk.
Aşk için bir âşık bir de maşuk yani aşka maruz kalan kişi veya şey gerekir. Dolayısıyla aşkın da mertebeleri vardır elbet. İnsanlar, en çok neye âşık olmuşlar diye bakıldığında yine madde ile mana arasındaki gel-git çıkıyor karşımıza. Bir yanda hayatın önemli bir gerçeği olan maddeye aşkımız, öte yanda bizi insan kılan gerçek manaya olan aşkımız. Bütün mesele hangisine tutkuyla talip olduğumuzdur.
Bugün insanlığın temel çıkmazı, maddi zenginliğe tüm hücreleriyle bağlanmak ve her şeyi hızla tüketmektir. Maddeye tutku ile bağlanmak, hayatı maddi zenginlik üzerinden anlamak ve yaşamı bu uğurda harcamak elbette aşktan başka bir şeydir. İşte bunun için her türlü maddi varlıklarına rağmen huzuru ve mutluluğu elde edemeyenler giderek çoğalıyor yeryüzünde.
Aradığımız Aşk
Asıl aradığımız manaya tutkuyla bağlanmaktır. Gerçek aşk budur. Görünenin ötesine, dünya gözüyle göremediklerimize aşkla bağlanmak, bizi gerçek âşık yapacaktır. Kopup geldiğimiz varlığın özüne yönelme aşkını davranışa dönüştürmek bizi, her türlü maddi kaynağın kölesi olmaktan kurtaracak, özgür kılacaktır.
Oysa para, mülk, statü, şöhret gibi maddi değerlere bağlanmaktan asıl bağlanmamız gerekeni unuttuğumuz için bir türlü tatmin olamıyoruz. Benliğimizi öne çıkardıkça aşkın kaynağından uzaklaşıyoruz.
Aşkı, sadece karşı cinsle ilişkilere hapsedenlerimiz de az değildir. Ama bunun da gerçek bir aşka dönüşmesi maddeden manaya yönelmesi, ciddi bir çaba ister. İnsandan insana yönelen aşk, önemlidir. Bir insanı sevmek, onun gözleri içinde kaybolmayı başarabilmek, tek bedende iki kalbi buluşturabilmek güzeldir.
Bütün mesele aşk gibi yüce bir duyguyu, maddenin esiri olmaktan kurtarmaktır. İşte o zaman para, daha çok para için değil, başkalarıyla paylaşmak için de kazanılır. İşte o zaman eşler yaşlandıkça aşkları çoğalır. İşte o zaman gerçek Sevgiliye doğru yol alınır. Ama unutmayalım gerçek aşk, çabaya muhtaçtır. Ve nihayet bütün ihtiyaçlarından vazgeçmek, cennete değil, bizi var eden hakikate talip olmaktır aşk.