Bir haftada üç karşılaşma oynamanın oyuncular üzerine çöreklettiği yorgunluktan dolayı veya başka nedenlerle ummadığımız bir puan kaybına uğradık.
Vah futbolum vah deyip birkaç haftadır biraz endişe ile izlemeye çalıştığımız, şampiyonluk yolunda zorlu son haftalara yaklaştığımız Süper Ligimizde bu hafta FİFA Dünya Kupası Elemeleri Grup karşılaşmaları arasındaydık.
Önce evimizde Hollanda ile, ardından Norveç ile deplasmanda son olarak da Salı gecesi İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda, yıllardır belalımız olan Letonya ile karşı karşıya geldik. Oldukça fiyakalı geçen Hollanda maçından ve deplasmanda 3-0 yendiğimiz Norveç maçından sonra, tam istim üstündeyken şeytanın ayağını kırarız diye çıktığımız Letonya karşılaşmasına iyi başlamışken ve 3-1 gibi bir skora ulaşmışken kronik alışkanlığımızın geri geldiği bir oyunla Letonya’dan iki gol daha yedik ve kazanırız diye başladığımız karşılaşmadan 3-3 beraberlikle ayrıldık.
Bir haftada üç karşılaşma oynamanın oyuncular üzerine çöreklettiği yorgunluktan dolayı veya başka nedenlerle ummadığımız bir puan kaybına uğradık. Kaybedilmiş bir şey yoktu. Yedi puanla gurubun lideriydik ama bu mağlubiyetin geride bıraktığı “neden böyle oldu” sorularına kısa sürede yanıt vermemiz gerektiğini de asla göz ardı etmemeliyiz.
Güzel geçen iki karşılaşmayı olduğundan fazla abarttığımızı gözden kaçırmamızın bu gelinen üçüncü karşılaşma sonucunu yarattığını asla unutmamalıyız. Hollanda'yı 4-2 yenmemizi iyice abartmamız, bu maçın, Burak’ın iki penaltısı ve uzaktan attığı direkt vuruşla elde edilen sonucun, Hollanda üzerinde yarattığı şaşkınlıktan dolayı toparlanamadıklarını, atılan dördüncü gol sonrasında konsantrasyonlarının bozulduğunu ancak oyunun sonlarına doğru oyun kontrolünü ellerine almalarına rağmen attıkları iki golün sonrasına nefeslerinin yetmediğinin ortaya çıkardığı bir durum olduğunu unutmayalım.
Burak, o karşılaşmanın üç gol atan neredeyse Hollanda’yı tek başına dize getiren bir yıldızdı. Bu 4-2'lik sonuç bizim biraz ayaklarımızı yerden kesmişti. Ama bir gerçek vardı ki bu genç takımımızın çok yetenekli olması. Ama hala oyunun her yönünü oynayabilecek sorumluluğu tam üstlenebilecek deneyime erişememesi, organize oynamaya, çok ve etkin pas organizasyonu sonrasında sisteme dayalı bir takım olma konusunda yetkinliğe hala ulaşamaması.
Bu başarı sarhoşluğuyla Norveç’e gittik. Oldukça da iyi oynadık ama hala o organize oyun sisteminden uzaktaydık. Bu kez Ozan Tufan’ın attığı iki gol ile yıldızlaştığı bir karşılaşma sonrasında 3-0 kazanarak, iki maçta iki galibiyet gibi bir performansla Türkiye’ye döndük.
Ama bir şey giderek kendini hissettirmeye başlıyor gibiydi. Hollanda karşılaşmasının sonlarında olduğu gibi Norveç maçının son on beş dakikasını da oldukça sıkıntılı geçirdik. Allahtan Norveç bir kırmızı kartla on kişi kaldı, hızı kesildi. Deplasmanda hem de grubun favori takımlarından Norveç’i 3-0 gibi çok net bir sonuçla yenerek evimize döndük. İki maçta iki galibiyet ve tertemiz altı puan ile grup liderliğini pekiştirdik. Bu karşılaşmadan sonra biraz havalandığımızdan endişelenmeli miydik! Şenol Güneş’in bu durumu kontrol altına alması gerektiği konuşulan konuların en önde geleniydi.
Bu psikoloji yoğunluğunda, bize her zaman direnen, yenemediğimiz, belalımız Letonya ile evimizde oynayacağımız bir maça çıktık. Yukarıda anlattığım gibi iyi başladık ama sonunu iyi getiremediğimiz bir karşılaşma oldu. Sonuç olarak 3-1 öndeyken, yediğimiz iki golle 3-3’lük beraberlikle yetinmek zorunda kaldık. Çok net üç puan alıp, 3’te 3 yapabileceğimiz bir fırsatı kendi elimizle ittik.
Eylül 2021’e kadar FİFA Dünya Kupası eleme maçlarına ara verildi. Ve biz o zamana kadar yedi puanla grup lideriyiz.
Son durum gösterdi ki, Milli Takımımız artık bireysel başarılarla başarı kovalayan bir takım olmak yerine organize oyun sistemiyle öne çıkan, başarıya koşan bir takıma dönüşmelidir. Teknik Direktörümüz Şenol Güneş; yetenekleri üst düzey, gençleşmiş futbolcu kadromuzla bunu yapabilecek özellikleri olan bir futbol adamıdır ve yapacağına da inanıyorum.