Şeb-i Arus, Hazreti Mevlânâ'nın tasavvufî bakış açısı ile ölümün ne kadar güzel bir şey olduğunu ölüme bakışı anlattığı düğün gecesidir.
Şeb-i Arus, Hazreti Mevlânâ’nın tasavvufî bakış açısı ile ölümün ne kadar güzel bir şey olduğunu ölüme bakışı anlattığı düğün gecesidir. Kendileri buyuruyorlar ki, “Ana karnındaki çocuk nasıl karından çıkmak istemez de o karındaki hayatı çok güzel ve yegâne hayat olarak düşünürse, dünyaya geldiğinde de eskiden ne dar yerdeymişim diye üzülürse ölüm de ana karnı gibi olan dünya sıkıntısından kurtulup gerçek hakikate ve sonsuz derinliğe kurtulma ve çıkma mâcerâsıdır.” Sultan Veled de öleceğini hissettiği zaman “Çok şükür, bu gece vücûdumdan kurtuluyorum” diyor. Demek ki ölümü tanıdığın zaman, Allah’ın sevgili ile kavuşması ve birleşmesi olur.
Mevlevîliğin metodu aşktır. Aslında aşk bütün tarikatlerin, bütün yolların erişmesi gereken son noktadır. Aynı zamanda da başlangıç noktasıdır. Ama bazısı aşka tevâzû ile erişir, bazısı ilim ile erişir, bazısı da doğrudan âşık olarak erişir. Tabiî doğrudan âşık olmak, yolların en kolaylarından biridir. İnsanı huzûra, mutluluğa, sonsuz rahatlığa kavuşturur. Dünya dertleri ve sıkıntılarından insanı kurtarır. Mevlânâ, yolun böyle olduğunu bize öğreten bir sultandır. Kendisi de aşkla Allah’ı bulmuş. Yani aşktan önce âlimmiş, aşka kavuşunca da hakikaten mâşuk olmuş. Âşıkmış, mâşuk olmuş. Zâlimlikten kurtulmuş, hakiki insan seviyesine yükselmiş.
Dünyanın her yerinden Mevlana’ya akın var. Aşk ve aşkın getirdiği yan ögeler Mevlânâ’ya çekimi kolaylaştırıyor. Aşk olduğu zaman, her şey sevdiğinin bir parçası olduğu için herkesi sevmeye başlıyorsun. İşte bu hoşgörüyü getiriyor. Hoşgörü geldiği zaman kusur görmemek ve başkası gibi düşünmemek yani kimseyi ötekileştirmemek zuhur ediyor. Herkesin kendinin bir parçası olduğunu düşünüyorsun. Aşkın getirdiği hoşgörü, aşkın getirdiği güzel bakış, aşkın getirdiği herkesi ve herşeyi sevebilme kabiliyeti insanları bir araya topluyor. Tıpkı Allah’ın rahmet ve rahman isminde toplandığı gibi.
Mevlânâ’da bütün öğrendiği ilimler Şems sâyesinde ledûnî ilim hâline dönmüştür. Doğal olarak ledûnî ilimde hiçbir şeye takılmamak gerektiğini bize öğretiyor. Herşeyi infak etmesi ve herşeyi kendinden vermesi gerektiğini bize öğretiyor. Yarın korkusunu verecek, kendi ilmini verecek, bilgisini verecek. Yani ledûnî ilmin getirdiği infaktır. Dolayısıyle Mevlânâ, o ilmi öğrendikten sonra, yani aşk ilmini öğrendikten sonra kendini sorguluyor. Artık daha fazla ilim öğrenmesem mi, ilim artık bana köstek mi oluyor diye düşünmeye başlıyor. O’nun sonsuz Allah ilmini öğrenmeye başladıktan sonraki ikilemleri de vardır. Onlar da bize çok örnek oluyor, yani öğrendiğim şeyler beni engelliyor mu, bende tevâzuumu yok edecek derecede bir bilgi havası yaratıyor mu diye düşündürüyor. Bu bakımdan kendimizi devamlı sorgulamamız gerektiğini de Mevlânâ bize öğretiyor.
Mevlânâ’da aşk hâkim olunca şeriatı aşkın aracısı gibi kullanmayı tercih etmiş. Yani şöyle diyor namaz kılarken: “Ben hiç kimsenin kıldığı âyetlerle kılmam, o an sevgilim bana ne fısıldıyorsa onunla kılarım.” İşte burada artık şeriatın içinde, onu terketmeden, onun kalıpçılığından kurtulmak var; yani ilmin içinde ilmi terketmeden, ilmin kalıpçılığından kurtulmak gibidir. İnsanlar şeriata aşırı düşkün oldukları için hakikati görmekten uzaklaşıyorlar, tevhidden uzaklaşıyorlar ve sadece şekille Allah’a varmaya çalışıyorlar. Diğer taraftan şekli tamamiyle ihmâl eden insanlar da bu sefer sapıtıyorlar. Dolayısıyle orta noktayı bulmak ancak insân-ı kâmilin işidir.
Mevlânâ ruh gibidir. Sultan Veled kalb gibidir. Allah’ın ahadiyeti, birliği gibidir. Şems’te tamamen Allah’ın ilmî tecellisi, aşkî tecellisi var. Yani Allah’ın zuhûru var. O zuhur Mevlânâ’ya aksedince ruh gibi onu diriltiyor; fakat O’nun eğitimi, rabbiyeti Sultan Veled sâyesinde oluyor. Dolayısıyle vücud içerisindeki tecelliler, Sultan Veled ile ortaya çıkıyor. Çünkü bütün Mevlevîliği kalıplaştıran, insanlık âlemine bugün Mevlevîliği yayan, Mevlânâ’nın unutulmamasına sebep olan, işin şeriatını yazan Sultan Veled’dir. Dolayısıyle Sultan Veled olmadan Mevlânâ ve Şems’i anlamak mümkün değildir. Mevlânâ’sız Şems anlaşılmaz; çünkü Allah’ın hakikatinin Peygamber’de zuhur etmesi gibi Şems’in hakikati de Mevlânâ’da zuhur eder. Yani Mevlânâ’sız Şems, Şems’siz de Mevlânâ anlaşılmaz.
Mevlevilik bir inanç olduğu kadar bir kültürdür. Tasavvufta ve tarikatta bir itibardır. Bu kültür tekkelerde sema ayinleriyle devam eder. Bir dönem tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasıyla ayinler ve zikirlerin yasaklanarak sekteye uğrasa da, Ekrem Ayverdi ve Samiha Ayverdi yalısını açarak orada Resuhi Bey’in çocuklara semâ öğretmesini sağladılar. O devrin Milli Eğitim Bakanı Rifâî olan Tevfik İleri Beyefendi de bunun üzerine Sâmiha Annenin konferansları şeklinde Konya’da bir çalışma yapmıştır. Konferanslar bir, iki sene âyin-i şeriften küçük bir parçanın gösterimi ile devam etmiştir. Bu birlik ve beraberlik de çok önemlidir tarikatlar arasında. Birbirine destek vardır inancımızda ve kültürümüzde. Ayrılık ve ayrımcılık yoktur. Sâmiha Anne her yaptığı ile devrim yapmıştır Türkiye’de. Türkiye’de yeniden imanın, dinin ve dinin şeklinin, şeriatının, hakikatinin ve tarikatinin korunması için sonsuz bir mücâdele vermiştir. Dinî taassupluktan da korumaya çalışmıştır. Onun taassup anlayışı da sadece şeklî taassup değildi, ilmî taassuptan da korumaya çalışmıştır dinimizi. Yani sadece Allah’ı ilimle bilmenin değil, ilmi hâl ederek bilmenin gerekli olduğunu bize öğretti ve tevâzûyu ön plana aldı. O gerçek bir mürşiddi. İşte onun gerçek mürşidliğinde de en büyük etkisi Ken’an Rifâî Hazretleri olmuştur. Allah bize Mevlânâ’yı öğretenlerden, İbn Arabî’yi öğretenlerden râzı olsun. Bizde de hâl haline getirsin inşallah.