Nefs-i Levvame; İnsan nefsinin çeşitli mertebeleri vardır.
Nefs-i Levvame; İnsan nefsinin çeşitli mertebeleri vardır. Maalesef, insan dünyaya geldiğinde fıtratıyla, yani hakikatin tesiriyle doğmaz. Vücudunun etkisiyle, vücudunun tesiri altına girmiş ve nefs-i emmare makamından dünyaya gelir ve egosu hâkimdir. Egodan, Allah’ın lütfuyla, ya bir sille-i Hüdâ, yani sıkıntı ve bela, yahut cezbe-i Rahman, yani Allah’tan gelen bir lütufla tekâmül etme fırsatı bulursa, nefs-i levvameye geçer. Bu hal insanın kendini levm edip, hatalı olduğunu görebilen bir nefistir. İşte yaşamın başlangıcı buradadır, daha önce ölüdür bu vücut. Bu makamda da kalır, fakat bu makamda bir ileri gider, bir geri gelir; devamlı yer değiştirir. Eğer devam ederse tekâmüle, aynı şekilde bu fırsatlardan yararlanıp bu sefer mülhimeye gelir.
Nefs-i Mülhime; ilham veren nefistir; artık Allah’ın varlığını hisseder, ibâdet eder, ibadetle Allah’a yaklaştığını hisseder. Fakat kendinde hâlâ bir varlık addettiği için, ibâdet edeni kendisi sanır. Bunların hiçbiri, Allah’tan tam olarak râzı olma seviyesine ermemiştir. Ne zaman ki bir mürşit bulup, bir öğretmen bulup bu üç devreyi, yani hayvaniyet vasıflarını atlatır da, Hz. İbrahim makamı olan nefs-i mutmainneye ererse; o zaman Allah’tan râzı olmayı hâl hâline geçirme mücadelesine girer.
Nefs-i mutmainne; yapanın-yaptıranın Allah olduğundan emin olma makamıdır mutmain olmak. İnsan hata da yapsa, yanlış da yapsa, günah da işlese; sonuçta, tekrar döner… Ne olursa olsun, döner… Çünkü hayvaniyeti bitmiştir, artık beşeriyetten insanlık makamına yükselmiştir. Mutmainneye gelmiş nefis ateşe atılsa bile, orayı gül bahçesine çevirme özelliğine sahiptir. Çünkü ateş; sıkıntı ve bela demektir. Gül bahçesine çevirme de; o sıkıntı ve beladan râzı olmak yoluyla kurtulmak ve onun içindeki güzellikleri görebilme kabiliyetine erebilmek demektir. İşte Hz. İbrahim’de bu makam oluşmuştur. Onun için de Allah’tan gelen bütün emirleri hilafsız kabullenmiş, hattâ evlâdını bile kurban etmeye hazır hale gelmiştir. O evlâdını değil ama, evlâdına olan aşırı sevgisini bile kesmeye kalkmıştır. Allah’a olan yakınlık budur işte; tam anlamıyla sözünde durmaktır. Bu hâl Halik-i Mutlak Allah’ın çok hoşuna gitmiştir. İşte Allah’ın insandan memnun olduğu makam, bu makamdır.
Rızâ makamının çeşitli mertebeleri vardır:
1. Rızâ göstermesi gerektiğine inanan kimsenin makamı: Henüz gösteremiyor, ama göstermesi gerektiğine inanıyor.
2. Rızânın başlaması.
3. Artık rızâ gösterecek hadise dahi kalmaması, her şeyden râzı olma seviyesine yükselmesi. Sevgiliden gelen her hadiseden memnun olma sanatının elde edilmesi.
Bu yüzden cennetin kapıcısının adı Rıdvan’dır, yani râzı olduğun her şey seni cennete sokar.
Şeytan, Allah’tan uzak olmak demektir kelime anlamıyla. İnsan, ne zaman rızâdan, hadiselere râzı olmaktan uzaklaşırsa şeytanlaşır, kendisi şeytan kesilir. Dolayısıyla dedikodu başlar, şükürsüzlük başlar, şikâyet başlar; bunların hepsi şeytanın vasıflarıdır. İnsanın şeytanın vasıflarına sahip olması, başkasına değil, insanın kendisine zararı vardır. Dolayısıyla bu vasıflardan kurtulmanın tek yolu Allah’la irtibatı artırmak, ibâdet etmek, nefsinin aşırı isteklerini yapmaktan vazgeçmek, kibir, kin, kıskançlık gibi insanı Allah’tan uzaklaştıran kötü huyları; gıptaya, sevgiye, tevazua çevirebilmektir. Bunları becerebilirse insan, ya da bunlar için mücadele etmeyi becerebilirse; Allah’ın yardımı gelecektir ve mücadelesi başarılı kılınacaktır.
Bazen çok istediğimiz şey olmayabiliyor. İkincil olan bir şey devreye giriyor fırsat ve imkan olarak. Ne ilginçtir ki ikincil olan şey birinciyi her anlamda aratmıyor ve ondan da daha iyi bir konum olarak karşımıza çıkabiliyor. Biz gereğini yapıyoruz iyi bildiğimiz bir şeye gönlümüzü kaptırıyoruz; Allah da daha iyisine layıksınız dercesine başka bir imkanı önümüze koyuveriyor. Önceki tutkumuzun yerini sonraki alıveriyor ve bir tutku olarak inancımızın, ümidimizin hayali gerçek oluveriyor. Eğer isteğimiz olmuyorsa, durumumuz ikinci bir imkana elverişli ise bundan memnuniyetsizlik duymak yerine, durumumuzu kabullenip tevekkül etmektir. Bununla kalmayıp okullla yetinmeyip takviye kurslarla ve sosyal aktivitelerle başarımızı yükseltirken de mutlu olmayı ve hayatımızı inanç ve mutluluk üzerine kurmayı esas almalıyız. Bizler ‘hiçbir şeyden memnun olmamaya’ yönelik bir tavır içinde olamayız. İnancımızı tam anlamıyla içselleştirdiğimiz sürece memnuniyetimiz ve mutluluğumuz daim olacaktır vesselam.