Mübarek Ramazan ayının bugün sekizinci günü orucunu tutuyoruz. Şöyle, geçen sekiz güne ve Ramazan'ın yaklaşan başlangıç günlerine anımsamaya çalışıyorum ama o eski yıllarda sıkça yaşadığımız Ramazan heyecanlarının şimdilerde oldukça kaybolduğunu hissedebiliyorum.
Çocukluğumun Ramazanlarını anımsadığımda ise, onların artık çok güzel anılar olarak anılarımızda kaldığını görebiliyorum,
Nerede o eski Ramazanlar! Anılarımızdaki yerleri çok başkaydı. Hiç unutmuyorum; rahmetli annem sahura kadar oturur, sahur vaktine bir saat kala her şeyiyle mükellef sahur sofrasını hazırlar ve teravih namazı için gittiği camiden dönüp biraz şekerleme yapan rahmetli babamı uyandırır, birlikte sahur yemeğine otururlardı. Annem, kardeşim ve beni uyandırmaya kıyamazlardı ama, biz onların uyandırmasını beklemez ve kalkıp sahur sofrasındaki yerimizi alırdık.
Sahurda iftar soframızdan çok daha zengin bir menü vardı. Ramazan’ın olmazsa olmaz geleneksel tatlılarından güllaç ve yanında özel olarak hazırlanmış Rize ev baklavalarının olduğu sahur sofrasında ailece oturabilmek unutulmazdı. Sofralarımızdan hiçbir zaman eksik olmayan el açması baklavalar, özellikle Ramazan ayının özel tatlısı olan güllaçlar, iftar ve sahur menülerinin baş konuklarıydılar.
Eskiden İstanbul’da da Ramazan ayı yaklaştığında bir heyecan kaplardı hepimizi. Özel hazırlanmalar, bakkallar manavlar da Ramazan’ın geldiğini hissettiren bir ortamı yansıtırlardı. Sokak satıcıları Ramazan manileri eşliğinde satış yaparlardı. İftar saatinin geldiğini sadece okunan ezanlardan değil, cami minarelerinde yanan ışıklardan ve minareler arasında asılı olan çoğunlukla “Hoşgeldin Onbir Ayın Sultanı” yazan ve tüm Ramazan ayı süresince orada asılı duran mahyalardan ve mahallelinin birbirlerini haberdar ettikleri “top atıldı”, “iftar oldu” çağrılarından anlardık.
İstanbul’da artık o eski Ramazanları ve o heyecanı özler olduk.
Ve en çok özlediğimiz ise; o dillere destan Ramazan sofralarımızın, o az ama çok çeşitli iftar menüleri. İftar sofralarının olmazsa olmazı, oruç açmak için bir yudum sudan sonra ağzımıza attığımı hurmanın neredeyse tadını bile unutacak duruma geldik. Biraz abartılı olsa bile Ramazan iftar sofralarının geleneksel hurmasını artık tane ile alma durumuna geldik. Böyle giderse hurma borsası oluşursa hiç şaşırmayalım. Kilo ile almak ise neredeyse hayal gibi. Sofralarımızın olmazsa olmazları iftariyeliklerden, zeytin de artık “lüks iftarlıklar” sınıfına terfi etti.
Ramazan’ın geleneksel iftar sofralarını o eski zenginliğinde donatabilmek artık çok kolay değil. Ne kadar kolay olmadığını restauran, kafe ve benzeri yemek yiyebileceğimiz yerlerde ilan edilen iftar menüleri fiyatlarında çok rahat görebiliyoruz.
Ramazan geldi ya, o güzelim Ramazan’ın geleneksel iftar sofralarına ailece oturarak keyfini çıkaralım dedik ve Ramazan alışverişi yaptım. Ne kadar para harcadığımın hesabını tutamadım ama hatırı sayılır rakam olduğunu biliyorum. Onu burada yazmayayım.
Bir süredir çarşı pazadaki yangın birçok nedenle hala sönemedi. İftariyeliklerin sadece adı kaldı. Normalde üç öğünümuzü ikiye indirmek durumuna geldiğimiz için Ramazan’ın o güzelim iftar sofralarına hasret kaldık.
Yine de; bir Ramazan’a daha vasıl olabildiğimiz, onu hissedebildiğimiz, onu yaşayabildiğimiz için şükürler olsun.
Ramazanımız hayırlara vesile olsun..
BİR TUTAM TEBESSÜM
TEMEL’İN HESABI
Temel’in ineği hastalanmış.. Hangi veterinere götürmüşse bir türlü iyileşmemiş.
Temel biçare bir şekilde düşünürken ellerini açıp Allah'a yalvarmış..
-''Yarabbi sen ineğimi iyi et, iyi edersen 15 gün oruç tutarım... ".
Bu hayvan iki günden fazla yasamaz diyen veterinerlere rağmen inek iyileşmiş..
Bizim temel 15 gün oruç tutmuş. 16.gün inek ölmüş.
Temel ne yapacağını şaşırmış inek ölü, fazladan 15 gün tutulan oruç.
Ellerini açmış : -"Yarabbi sen sanıyorsun ki Temel anlamadı, hiç itiraz kabul etmem, ineği kurbana sayar, tuttuğum oruçları da Ramazan'dan düşerim hiç kusura bakma..'''