İnsanoğlunun bütün mücadelesi kendi nefsiyledir. Kendi aşırı istek ve arzularıyladır.
Şunu isterim bunu isterimin sonu yoktur. Şükür aynı zamanda zikir demektir. Allah’ı hatırlamanın ve zikretmenin en bariz hali iyilik etmektir. Kötülüklerden kaçınmaktır. Nefsin gündeminden dünya sevgisini çıkartıp ahirete müteallik salih kul olma yolunda gayret sarfedeceksin.
Ken’an er-Rifâî Hazretleri, nefsin insanoğluna lütuf olduğunu söyler, neden? Çünkü vücudumuz içinde tekâmül eden yegâne organımız nefstir, tekâmülü sağlayan çeşitli organlar var ama birebir tekâmül eden nefsimiz. O halde mesele nefissiz olmak değil, nefsi tekâmül ettirmektedir. Bu anlam da nefs tekâmül ederek levvâme makamından geçerse kötülüklerden arınmış olarak mutmainneye ulaşır. Daha sonra Hak’tan râzı olduğu makama ulaşır ki o zaman ise adı ruh olur. Yani gaye nefsi, sabit, örtülü, perdeli, Allah’tan uzak, küfür halinde bırakmayarak kendi varlığından kurtarıp, “hiçliğini” idrak ettirerek “Nefsini bilen Rabbini bilir” mesâbesine çıkartmaktadır. Çünkü Allah’la ve Allah’ın indirdiği Kitapla hayatını idame ettirdiğin zaman bir varlık teşkil ediyorsun. Peygamberine ittiba ettiğin sürece bir kıymeti harbiyen oluyor. Hiçlikten kastın kendini bütün insani zaaflardan kurtarma gayretidir. Bütün kötülüklerden, bütün çirkinliklerden, bütün yanlışlıklardan kendini geri çekme ameliyesidir. İnsan olarak gayretimiz ve sa’yimiz peygamberane bir hayatı yaşayarak ömrümüzü idame ettirmemiz gerekir. İnsan nefsini terbiye ve tezkiye ettikçe takvaya ulaşır. O zaman nefsimiz mutmain olur o zaman nefsimiz ruh halini almış olur.
Bu mücadele Allah’ın çok sevdiği bir şeydir; çünkü Allah kulundan gayret istiyor. Çünkü kulunun ezelinde, âyân-ı sâbitesi’nde yazılı olan ismi ortaya çıkarabilmesi için nefsin ilk üç makamdan atlayabilmesi lâzım, Nefs o üç makamı atlarsa, hocamın şiirinde buyurduğu gibi:
Neden şekvâ bu nefsinden? (neden şikâyet bu nef- sinden) revâ mı bilmemek kıymet. Hüdâ’yı Zülcelâl’dendir sana o pek büyük nimet. Yani, “Bu nimet sana Allah’ın bir lütfudur ama celâlinden gelen bir lütfudur, sonuçta sen celâliyle tekâmül ettiğin zaman kemâl noktasına ulaşırsın” diyor. Şiirin sonunda “Ama bu kemâl sahibi insanın bileceği bir hakîkattir” diyor.
Bizler öncelikle nefsten şikâyet devri yaşarız. Çünkü illa bir şeyleri suçlamak isteriz; ya şeytanı suçlarız ya da nefsimizi suçlarız. Tabii ki en çok suçlanması gereken burada kendimiz ve nefsimizdir. Çünkü o nefsin arzuları ve istekleri hakîkatimizle aramıza perde oluşturur. Belki burada Yûsuf Sûresi’nden bahsetmek gerekir. Bence Kur’ân-ı Kerîm’in kilit sûrelerinden bir tanesi Yûsuf Sûresi’dir. Çünkü her şeyin özü ve aslı gibidir ve bütünüyle nefsin tekâmülünü anlatır.
Bazı müfessirlere göre bu sûrede Hz. Yûsuf gönlü, Hz. Ya’kûb ruhu anlatır. Yûsuf’un kardeşleri nefsin arzu ve isteklerini anlatır. Züleyhâ nefsi, Züleyhâ’nın eşi dünyayı anlatır. Ve bu minval üzere hikaye giderken, nefsin arzu ve istekleri gönlü, ki gönül, kalbin üzerine Allah’ın nurunun vurması demektir. Bu gönlü nefsin arzu ve isteklerinden zevk almasından dolayı karanlıkta bırakırlar. Yani, nefsin önce Allah’la irtibatı kesilir. Zîra nurlanmamış kalp nefsin rahat etmesine sebebiyet verir. Çünkü canının her istediğini yapmak ister. O zaman da diri olan ruh kendini kör eder. Çünkü vücutla irtibatını keser; “Benim bu vücudun diriliğiyle alâkam yok, bu vücut ölü” der. Ne kadar güzel anlatmış Hz. Allah Azîmu’ş-şân Yûsuf hikayesinde; Yûsuf’un kuyuya atılışıyla, gönlün dünyada kuyuda kalışını ve Ya’kub olan ruhun kendini kör edişini. Buradan hâdiseye bakarsak, kalbimiz aydınlanmamış olduğundan daha çocukluktan itibaren her istediğimizin yerine getirilmesi şartını koyuyoruz. Eğer bu halimiz yaşlılığımıza kadar devam ederse öbür âleme ölü halde gidiyoruz. Ölü geliyoruz, ölü gidiyoruz. İşte bu makama “Nefs-i Emmâre” deniyor. Esas olan nefsin son kertede “Nefs-i Mutmainne”ye kavuşmasıdır. İşte o zaman nefsimiz olgunlaşıyor olgunlaştıkça da ruh halini alıyor. Bu yolculuk kolay olmasa gerek. Nefsi terbiye ve teskiye ameliyesi gayret ister. Manevi hazzı taddıkça insan maddiyatın sadece bir araç olduğunu zamanla anlıyor. Aslında insan sonsuz bir huzuru arıyor. Huzur bütün vesveselerin bittiği andır. O da manevi ve ulvi değerlere sarıldıkça huzur ediyor vesselam.