Şimdilerde anılarını yazdığını öğrendiğim, bir dönemin en etkili gazetecilerinden Hürriyet ve Milliyet Haber Ajanslarının Genel Müdürü Taner Atilla'dan söz ederek girelim konuya.
Bir uçağın pist dışına çıkması olayından sonra bütün Türkiye’deki bürolara talimat vererek, olası bir uçak kazasına karşı bütün havalimanlarında 24 saat süreyle muhabir görevlendirdiği hala daha gazetecilerce anlatılagelir.
Havacılığın gelişimi ile medyanın bu sektöre ilgisi giderek artmaya başladı denebilir. Bu ilgi çok iyi de, acaba sektöre faydası veya zararı nedir diye de bakmak gerek. Bunu biraz irdeleyelim.
Havacılığı doğrudan etkileyen medya sektörüyle havacılığın ilişkisini masaya yatıralım. Buna sebep, bir gazetede yer alan uçaklarla ilgili haberin başlığıdır. Gazeteci arkadaşımız haberini elbette savunacak. Zaten benim onun haberine sözüm yok. Ben haberin başlığında geçen “ölüm” kelimesinden rahatsız oldum. Bu ülkede insanlar hala daha uçaktan korkarken böyle bir başlık olmasa iyi olurdu.
Ayrıca bu haber doğru olabilir, yanlış olabilir. Buna işi bilenler karar verebilir. Böyle bir haber doğal olarak bir şirketin ticari itibarına etki eder. Diyebilirsiniz ki, insan canı ticari itibardan önemsiz mi. Elbette değil. Asla değil.
Benim anlatmak istediğim şey gazetenin bu konuda attığı başlığın çok ürkütücü olduğudur. Medyanın havacılık haberlerine çok iştahla ve hevesle baktığını söyleyebilirim.
İşte bu yazının konusu; medyanın havacılık haberlerine bakış açısıdır. 30 yıl profesyonel olarak yaptığım bu meslek bana bazı şeyler öğretti. Örneğin, “Gazeteci kendi mesleği dışındaki tüm mesleklerden biraz bilendir“. Bu söz ne kadar doğru derseniz, hemen söylerim ki bu söz çok yanlıştır. Herkes, her şeyden biraz biliyorsa bu demektir ki o adam çok şey bilmiyordur.
Bütün iyi ve ilkeli gazetecileri tenzih ederek diyorum ki, bir gazeteci düşünün. Haberi bizzat yerinde takip eden değil, haberi yazan değil, haberle ilgili kişi ve kurumlarla karşı karşıya gelen hiç değil. Peki kim bu adam. Bu adam, bir editördür. Yani, havacılıkla ilgili bir haberi sayfaya koyan odur, başlığı ve spotları belirleyen odur, haberi okuyup mantık hatası, maddi hata, var mı yok mu belirleyen yine odur. Yani bir haber onun elinde şekillenir. Bir de eğer başlığı atmışsa ve bundan geri dönüş yapmak istemiyorsa haberi bu başlığa göre takla attıran, yani değiştiren bizzat bu kişidir. Her muhabirin havacılıktan anlamasını ve bu sektörü bilmesini beklemek saflık olur. Türkiye henüz o aşamaya gelmedi. Ama çok şükür ki artık havalimanı muhabiri denen bir kavram var ve bu mesleğin hakkını veren dürüst ve iyi muhabirler iş başındadır. Ama gelin görün ki bu muhabirlerin iyi olması yetmiyor. Haberleri sayfaya koyan editörlerin ve müdiranın da dürüst ve bilgili olması gerekir.
Örneğin, bizim zamanımızda bir uçak kazası olurdu. Diyelim ki Tanzanya'da bir uçak düşerdi. Biz oturduğumuz yerden ofisboyluk yapan çocuğa bağırırdık “Oğlum, arşive git uçak dosyasını getir“. Biraz sonra kocaman sarı bir zarf gelirdi. Çünkü o zaman bilgisayar ve internet diye bir şey yoktu. Zarfın içinden o zaman çoğunlukla siyah beyaz bir uçak resmi çıkardı. Flu olmayan, en güzel fotoğrafı kendi zevkimize göre seçer, üç sütuna 15 santim sayfanın göbeğine koyardık. Sonra ertesi gün gazeteyi okuyan bir duyarlı ve bilgili vatandaş bizi arardı. “Kardeşim ne biçim gazetecilik yapıyorsunuz. Bu uçak Tanzanya Havayolları'na ait. Siz oraya THY uçağının fotoğrafını koymuşsunuz“. Hemen savunma mekanizmasını harekete geçirir ve şayet yerse “Bir yanlışlık olmuş efendim Tanzanya Hava Yolları'nın kısaltması da THY olduğu için resimler karışmış“ gibi absürt bir cevapla adamı başımızdan savmaya çalışırdık. Bu dediklerim 20-30 yıl önce olurdu. Fakat bakıyorum, bu anlayış ve cahillik hala devam ediyor. Örneğin, havacılıkla ilgili olumlu veya olumsuz bir haber mi var, televizyonlarda hemen THY'nin uçaklarının filmi VTR olarak yayına giriyor. Yine aynı şekilde diyelim ki Patagonya'da uçak düşüyor, onlar bizim havalimanlarında kalkış ve iniş yapan uçakları getiriyorlar ekrana. Yani demek ki ortada bir bilgisizlik ve becerisizlik var. Tabii internet de var, ama onu kullanacak zeka herhalde yok. Bir girse o düşen uçağın resmini anında bulacak. Ama gerek görmüyor arkadaş...
Diyelim ki, bir havayolu şirketinin uçağı küçük bir ilimizin havaalanına inerken veya kalkarken bir durum meydana geldi. Bunu gözleriyle görmediği ve de konu hakkında bilgi sahibi olmadığı için duyduklarına göre bir haber yapar. Haberi bölge şefine geçer. O da alır İstanbul'daki amirine yollar. Bu arada haber ufak ve önemsiz bir haber iken, birden büyür ve İstanbul'a ulaştığında “Faciadan dönüldü “ veya “Allah korudu“ dahası “Büyük panik“ veya “Korkulu dakikalar“ gibi klasikleşmiş ve hiç değişmeyen başlıklardan biri atılır. Sayfayı yapan adam eğer bu haberi böyle kullanmayı kafasına koymuşsa, “takla attırma” dediğimiz haberi biraz süsleme biraz da çarpıtmayı gündeme getirir.
Sektörü bilen birileri bu haberleri okuduğu zaman kargaların bir yeriyle güldüğü gibi güler. Bilmeyenler ise “Vay be, bak neler olmuş“ diyerek havacılık konusunda ahkam kesmeye başlar. Bu gibi konuları her gazetede veya televizyonda haftada bir veya birkaç kez mutlaka görebiliriz. Her gazetede havacılık uzmanı olmadığına göre biz yanlış haberler okumaya izlemeye devam edeceğiz demektir. Ve bu yanlış, eksik ve hatalı haberler görsel ve yazılı medyada hep böylece yer alır ve bu iş böylece ne yazık ki sürüp gider.
Kendini ayrıcalıklı sanan, köşesinde asıp kesen bir gazetecilik anlayışı oldukça, ara sıra ve normal olarak her ülkede olan ufak tefek pist dışına çıkma veya kayma olaylarının ve de hava koşulları yüzünden meydana gelen gecikmeleri 8 sütuna manşet çeken gazetecilik hala daha geçerli oldukça bu sektör çok yara alır. Sektörün içinde olan ve her gün iç içe yaşayan gazetecilerin de haberleri biraz daha dikkatli ele alması doğru olur. Bilmem hangi ajanstan öyle geldi deyip, haberi aynen kullanmak iyi bir gazetecilik örneği değildir. Hani araştırmacı gazetecilik vardı, hani soruşturmacı gazetecilik vardı... İşte buna çok ihtiyacımız var.
İyi haberlerin olsun Türkiye’m..