Vücut ağırlığının yüzde 2'sini oluşturan, yaklaşık 1300 gram olan beynimiz, yüzde 70 oranında sıvıdan ve milyarlarca sinir hücresinden oluşur.
Bir saatin sarkacı misali madde ile mana arasında gidip gelmekle geçiyor ömür… Biri, görmemize, dokunmamıza izin verilen ve görünen somut gerçek, diğeri yaşadıklarımız üzerinden varlığına inandığımız, hissettiğimiz ama görüp dokunamadığımız soyut gerçek. Bir tarafta bedenden dünyaya kadar aşina olduğumuz varlık âlemi, diğer tarafta ruhtan evrene ve ötesine kadar hissettiğimiz yokluk âlemi, birbirini ne güzel tamamlıyor.
Örneğin gözyaşı… Nasıl oluştuğunu bilimsel bilgilerle açıkladığımız, dokunabildiğimiz, gördüğümüz bir gerçek ve somut bir sonuç. Ama gözyaşını, ona neden olan gözle göremediğimiz ve tanımlamakta zorlandığımız, insanı duygulandıran mana ve anlam nedeninden ayrı düşünemeyiz.
Vücut ağırlığının yüzde 2’sini oluşturan, yaklaşık 1300 gram olan beynimiz, yüzde 70 oranında sıvıdan ve milyarlarca sinir hücresinden oluşur. Ancak sinir hücreleri arasında oluşan elektrik akımları sonucu beyinde üretilen düşüncelerin nasıl oluştuğunu, her insanda neden farklı davranışlara dönüştüğünü görmüyor, tam olarak ölçemiyoruz.
Benzer şekilde harfler, kelimeler ve cümleler, somut gerçekler olarak önemlidir. Ama yüklendikleri anlam içerikleri olmadan bir değer taşımazlar. Ve nihayet bedenimiz önemlidir ama bizi insan kılan ruhumuzdur.
Maddi varlığı ölçebilir, rakamlarla ifade edebiliriz. Boyumuz ve kilomuzdan, su molekülünün ne kadar oksijen ve hidrojenden oluştuğuna ya da dünyanın ağırlığına kadar somut varlığı ölçebilir, kendimiz için anlamlı hale getirebiliriz. Peki, görünmeyen soyutu nasıl görecek, ölçecek, hissedecek ve anlayacağız?
RUH KAÇ GRAMDIR?
Sevgi ölçülebilir mi mesela? Aşkı bir teraziye koysak, karşısına nasıl bir ağırlık gerek hiç düşündünüz mü? Kimsesize uzanan merhamet ve şefkat elinin değerini ne ile ve nasıl ölçeceğiz? Yoldaki taşı, kenara koymanın verdiği huzur ölçülebilir mi mesela? Yahut ruh kaç gram, kilo ya da ton gelir? Mazlumun hakkını teslimle sonuçlanan bir kararın değerinin karşılığı, hangi ölçü birimiyle ifade edilir? ...
19. yüzyılda hâkim olan pozitivist yaklaşım ve Newton fiziği doğrultusunda bilimin, her şeyi laboratuvar ortamında bölüp parçalayabileceği, ölçüp, tanımlayabileceğine inanıldı. Ancak 20. yüzyılda yine bilimin ulaştığı bilgi ve Kuantum fiziği ile her şeyin sürekli bir hareket halinde olduğu, hiçbir şeyin içinde yer aldığı bütünden bağımsız olmadığı, varlığın sebep sonuç ilişkisine hapsolmuş madde odaklı determinizmden farklı bir bütün olduğu anlaşıldı.
Nihayet Cern’de yapılan çalışmalarla atomun parçalanmasıyla görünen madde ile görünmeyen enerjinin birbirini tamamladığı, maddenin hem vardan hem de yoktan oluştuğu anlaşıldı. Dolayısıyla maddenin özünde hem görünen somut gerçekliğin hem de görünmez soyut gerçekliğin yer aldığı netleşti.
Aslında daha Antik Yunan’da Platon maddeyi, görünen varlığın görünmeyen âlemdeki yansımaları, manayı ise şeylerin, zihnimizde oluşturduğu anlam karşılığı olarak izah etmiş ve bunların birbirlerini tamamlayan bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu dile getirmiştir.
Şu halde kâinat kitabını okudukça her şeyin her şeyle ilişkili olduğunu, varlığın yokluğu, yokluğun da varlığı barındırdığını, madde ile mananın bir bütün olduğunu ve birbiriyle taçlandığını, biri olmadan diğerinin eksik kalacağını bilmek ve görmek zorundayız.
İNSAN HEM VAR HEM YOK
Bu gözle baktığımızda insan da hem vardır hem de yoktur. Zira kutsal kitaplarda varlığın tamamlayıcısı olarak mana öne çıkarılmış, hayatın, doğumla ölüm arasına sıkışan bir süreçten daha fazla bir şey olduğu, hayatın tamamlayıcı bir karşılığının olacağı, hayatın, ölümün ve ötesinin bir Yaratıcısı olduğu dile getirilmiştir.
Dijital küreselleşmenin yayıldığı günümüzde; bilimin, kesin doğrularını sorgulayacağı, insanın varlık kadar mana şuuruna da yöneleceği, yeryüzünde bulunma nedenimizin anlam arayışının öne çıkacağı bir döneme giriyoruz. Dolayısıyla insanlığın maddi ve sosyal sorunlarının çözümü için madde ile mana bütünlüğüne sahip bir benlik inşasına yönelmek zorundayız.
Böylece insanlığın, yakın gelecekte bilgi çağından mana çağına doğru yol alacağı beklenmektedir. Ve hayatın bütün yüzlerinde bilgi odağından mana odağına doğru hızlı bir yönelim söz konusu olacaktır.
Mana çağına uyum sağlamak için her bireye, aileye ve eğitim sistemlerine çok önemli sorumluluklar düştüğü açıktır. Zira fert, aile ve topluma huzur getirecek başarının anlamı; kendi arzularımıza ve zevklerimize ulaşmak, kendimiz için üretmek, kazanmak ve sahip olmak gibi maddi isteklerimizle sınırlı olmaktan çıkmak zorundadır. Bu çağda insana ve dünyaya ait somut bilgileri bilmek artık yeterli olmayacaktır. Bilinenlerin anlamına inmek ve yeni anlamlar üreterek gerçek manaya ulaşmak zorunlu olacaktır.
Gerçek yaşama sevinci ve huzurlu bir hayat için bireyin; madde odaklı hayatı aşıp, sorgulayan bilimsel bakışı yitirmeden mana odaklı bakışı yakalamalıdır. Bunun için hayatın anlamına yönelik arayış ve bir değer alanı oluşturma gayreti şarttır. Anlam arayışının peşine düşen birey, düşünce ve davranış düzeyinde sadece kendisine çalışmayı bırakır ve başkasının hayatında anlam oluşturabilir.