Kutsal mekânlar ruh sağlığımızı etkiliyor. Hem de derinden.
Bu durumu ortaya koyan sayısız araştırma var. Hayatımızın ilk yıllarından bu yana yaşayarak hissettiğimiz bu etkiyi, psikoloji ve davranış bilimleri eğitimi aldığımızda bilimsel olarak da inceleme imkânımız oldu. Bunun içindir ki mabetler kadar içindeki insanları da izlemeye ve anlamaya çalıştık hep.
Köln’de muhteşem Dom Kilisesi, Kremlin Sarayı’nda tarihi Aziz Vasil Katedrali, Yeni Delhi’de Bahai Mabedi, Ayasofya, Sultanahmet, Eyüp Camii, Kudüs’te Kubbetüs Sahra Camii, Mescid-i Nebevi ve nihayet Kâbe’de hep benzer ruh halleriyle arayış içinde insanlar. Daha sayamadığımız binlerce kutsal mekânları ile yeryüzü adeta bir mabede dönüşüyor. Ve mabetlerde insanlar, aynı yüce duygunun yansımalarını hissediyorlar. Kaynak bir ve tek. Kaplarınca doluyor insanlar. Kendilerini, yollarını, yolculuklarını anlamaya çalışıyorlar gece ve gündüz.
Eğilerek Yükselmenin Keyfi
İnsanın kişiliğinin oluşumunda özellikle ilk yıllardaki çevre ile etkileşim ve bu süreçte edinilen duyguların rolü çok büyük. Bunun için din ve inanç konusu en güçlü duygu alanımız olarak hayat doyumumuzu etkilemekle kalmaz belirler de aynı zamanda. Zira insan, güçlü duygularıyla hayatın anlamı ve kaynağı ile kolaylıkla yüz yüze gelir ve yaşamın güçlükleri ile başa çıkabilir. Böylece bir anlam kaynağı olarak inanç ve onu temsil eden mabetler; yaratıcı, kader ve ahiret algısının, her türlü aşırılıktan korunmuş olarak gelişmesini sağlar. Kutsal mekânların terapi edici atmosferinde insanlar, kendi hakikatlerine doğru yol alır. Zaman ve mekânın insandaki huzur, sevgi ve merhamet duygularının açığa çıkmasına rehberlik ettiğini biliyoruz keza.
Düşünme merkezi olması gereken zihin dünyamızın eğlence merkezine dönüştüğü günümüzün değer kayması ile baş etmek için mabetlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Ne güzel kendi üzerinden kendi dışındaki âlemi okumaya çalışmak ve aşkın, gücün verdiği rahatlıkla insan olarak genişlemek. Ne güzel her şeyin yerli yerinde olduğunu anlamak ve eğilerek yükselmenin keyfine varmak. İşte mabetler bireye kendini hatırlatan, insanın kendinden kendine yolculuğuna rehberlik eden yegâne mekânlardır. Ve psikolojik dünyamızın olmazsa olmazı aidiyet duygumuzu pekiştiren ortamlardır.
Yönümüz Neresidir?
Allah’ın evinin etrafında dönenlere bir bakın yakından. Psikoloji biliminin, tasvirinde zorlandığı insan manzaralarını görürsünüz. Bu mahşeri atmosferde bütün kimlikler, arızalı alışkanlıklar bir kenara itilmiş ve kıyamda duruyor insanlar. Öylesine durup seyredenler var mübarek yapıyı. Bir pervane misali durmadan dönenler var. Dönüyorlar aşkın ateşinde yanmak için biraz. Kim bilir kimin gönlünde ne var? Kim bilir kim neyin peşinde? Kim bilir insanlar hangi yitiklerini kurtarma derdinde? Belki de yerin ve göğün arasında kaybolan zamanlarını yeniden bulmanın telaşında insanlar.
Değil mi ki insanı şaşırtan ve gerçek yolundan uzaklaştıran bugünün haz ve hız çağıdır. Hazdan, hızdan, paradan, puldan, mevkiden ve her türlü saltanattan arınmışlığın verdiği özgürlüğe kavuşmak için dönüyor insanlar. Yani ki aşkın merkezine yol almak için bu uğraş. Kendi benliklerini nazara vermek ve onu aşmak ve tek olanla buluşmak için, O’nun engin varlığında yok olmak için dönüyor insanlar. Giderek yükselen binaların, alış veriş merkezlerinin tatmin edemediği insanlar, zamanın sahibine doğru akan hayatlarını yeniden ve yeniden inşaya yöneliyor. Koca mabetlerin içinde küçülen insanlar kendilerinden geçip günlük dertlerini, anlamsız koşuşturmalarını ve madde odaklı hayat anlayışlarını terk etmenin keyfine varmayı istiyorlar. Belli ki her canlı gibi insan da kendine özel bir duygu ve heyecanla aynı merkezin ışığıyla aydınlanmak istiyor.
Bütün varlık âlemi O’na yönelmişken bizim yönümüz neresidir acaba? Bir bakalım o halde düşüncelerimize, duygularımıza, davranışlarımıza ve insanlığımıza. Acaba nereye ve kime hizmet ediyoruz. Ve kimin için çalışıyoruz durmadan?